25 Haz 2011

Öyle işte, yine ben. Biraz önce televizyonda Nazım Hikmet'in hayatını anlatan bir program izleyen ben. Bir yandan içimi acıtan, öteki yandan kendisiyle gurur duymamı sağlayan; ve tabii bir de bir kez olsun onunla görüşemediğim için kadere kızmamı sağlayan programı izleyen ben.

Şu an kızgınım, her yıl 3 Haziran'da, öncesinde ve sonrasında kızgın oluyorum. Ne olur birisi çıkıp da 'Bu yüzdendi işte' dese, 'Şu nedenle veremedik Nazım'a istediği köy mezarlığını'.

Birisi de gelip neden böyle büyük bir ustaya haksız yere istediğini veremediğimizi açıklasa ya. Yapabilirse.

Acıyor, canım acıyor. İnsanın, vatanını kurtarmaya çalışırken sırf komünist olduğu için vatan haini damgası yemesi düşündüklerimi doğrulamıyor. İnsanın üzerine yapışan rumuzlardan kurtulmasını imkansızlaştıran bu yöntem, sistem, düşünceler toplamı- Hepsi görüşlerimi sarsıyor.

Bir tek ben miyim gün ortasında internetin başında Twitter'da takılmak yerine bunları düşünen, herkese, her şeye kızan, oturup başkalarının okuyup okumayacak olmasını önemsemeden bir şeyler karalayan? Bir tek ben miyim teşekkür eden düzenime, Nazım'a istediği çınar ağacının altındaki köy mezarlığını veremediği için düzenime teşekkürü borç bilen bir tek ben miyim?

24 Haz 2011

Sadece tek bir insan yüzünden değişen hayatlar vardır.
Tek bir insan sorumsuz davrandı diye yok olan umutlar vardır.
Tek bir insan cesaret edemediğinden kaybolan hayatlar vardır.
Tek bir insan hata yaptı diye asılan suratlar vardır.
Tek bir insan korkup kaçtığından çaresizliğe gömülen başka insanlar vardır.

Hiç mi düşünmezler sonu ne olur diye sarhoş halde araba kullanırken?
Bir hata yaparım; suçsuz olanları, hak etmeyenleri incitirim diye- Hiç mi düşünmezler?
Hak etmeyenler demişken, düşündüm de- Böyle bir şeyi hak eden, buna layık olan biri mi vardır?
Ölüme. Zamansız ölüme, arkasındakileri çok üzeceğini bile bile gitmeye. Bunu hak eden biri var mıdır?

Ya üzersem başkalarını; ya asla unutamayacağım, hayat boyu benimle olacak bir vicdan azabı takarsam peşime?
Ya insanlar benim yüzümden ağlarlarsa?
Ya bir daha asla mutlu olamayacak kişiler bırakırsam arkamda?

Ya da ne gerek varsa, saçmalamayayım da.
Ne olacak sanki, hayat bana adil davranmadıysa. Benim suçum değil ya bu.
Doğru ya, öteki insanlar da ilgilendirmiyor beni.
Ne yaparlarsa yapsınlar, kimin umrunda.

Arkada kırılmış kalpler, ağlayan yürekler, bir daha gülmeyecek yüzler bırakan adam olmanın nesi ayıp?
Korkup kaçmanın- Ya da belki ne yaptığını bile hatırlayamamanın.
Suç mu bunlar? Yo, hayır. Neden olsun ki.
Gencecik bir bedeni toprağın altına göndermenin nesi ayıp?
Ailesinin kendilerini sorgulamalarına neden olmanın; dünyayı, ahireti, Tanrı'yı sorgulamalarına yol açmanın. Nesi ayıp?
Ve kaderi.
Unutmadan, kader mi bu?
Tam olarak ne bu, kader mi?
Ya da kader bu mu?
Soruş şekli değiştikçe alınan cevapların farklı olduğu sorulardan mı bu da?

Öyleyse.
Hayat buysa; adalet, duyarlılık, olgunluk, sorumluluk, insanlık buysa-
Ben ne adilim, ne duyarlı, ne olgun, ne sorumluluk sahibi, ne de insan.
Ben neyim?
Arkamda bana teşekkür eden, minnet duyan insanları bırakacağıma söz veren küçük bir kız çocuğu.

23 Haz 2011

Saatlerdir aynı yerdeyim. Günlerdir, haftalardır
aynı monotonlukta yaşıyorum. Öyle çok
ihtiyacım varmış ki tatile, artık hiçbir şeyle
ilgilenemeyecek kadar meşgul hissediyorum kendimi.
Keşke olsam; keşke istediklerimi yapamayacak kadar
yoğun olsam. Kendime vakit ayıramayaşımın sebebi
bu kadar önemli ve kabul edilebilir olsa.

Neden kandırmaya çalışıyorum ki kendimi?
Yazmayalı, elime ciddiyetle kalem almayalı
ne kadar oldu, emin bile olamıyorum.
Zamanım yok güya; çünkü bütün günümü
internette dizi izleyerek geçirmek için
zamana ihtiyacım yok, değil mi? Kızmıyorum,
akışına bırakıyorum. Ne zaman son bulacak
bilmiyorum; öyle ki emeklerime üzülüyorum.
Yapacak onca şey varken, tam da
kendim için yeni, yepyeni bir karar vermişken
daha olgun davranmayı seçmeyi yeğlerdim.
Oysa hala küçük, yaramaz bir çocuk
gibi davranıyorum. İsyanım da bu yüzden.
Karar vermek için yeterli olduğumu düşünürken,
iş uygulamaya gelince kaçmamı anlayamıyorum.
Hazmedemiyorum.

Bir şeyler daha iyi olacak, hepsi benim elimde.
Gülümsedikçe daha rahat hissediyorum, bütün
vücudumu bir anda samimi bir huzurun kapladığını
duyuyorum. Hepsine öyle minnettarım ki.

Konuşmuyorum. İnsanlar beni anlamadıkça,
biz ne kadar yakın olsak da onlar 
bunu başaramadıkça anlatmıyorum.
Zaten hiçbir zaman yaşadığım her şeyi;
duygularımı, düşüncelerimi, küçük-büyük
bütün anılarımı karşımdakine anlatan biri
olmadım ben. Biraz gizeme sahip olmalı insan;
en yakınına bile -senin gibi düşünmediği için değil-
seni anlamaya çabalamadığı ya da irdelemeden
gülüp geçtiği için, önemsemediği için her şeyini
anlatmamalı.

Şimdi anlıyorum, yavaş yavaş kavrıyorum.
Bütün bu söylediklerim bir kez daha kim
olduğumu sorgulatıyor bana. Elimde neden
kalem olduğunun cevabını veriyor. Israrla
bağırıyor, 'Sen bu'sun, değişme sakın!' diyor.
Biliyorum, söyledim ya; yazıyorum. Yazacağım,
yazacağım çünkü; kimse değil- Beni en iyi anlayan
yine benim ve kendimle iletişimimi sağlayan bu
yegâne yola çok şey borçluyum.

Arkadaşsız olur mu emin değilim. Neredeyse
bütün hayatımı "neredeyse" arkadaşsız geçirmeme
rağmen, şu son iki yılımın bana kattığı şeyleri göz
ardı edemiyorum. Fakat hâlâ direniyorsam eğer;
kendime en çok benzeyenin yine 'ben' olmamdan.
Farkındayım...

Anlamıyorum ki. Tekrar düşünüyorum;
bulamıyorum. İnsan içindeki her şeyi
ortaya dökerse kendine ne kalır?
Tek başına kaldığında benliğiyle paylaşacağı,
ona anlatacağı şeylere ihanet değil midir
bu?

Güçlü bir kız değilim, olmadığımı biliyorum. Yine de
bazı şeyleri yalnızca benim biliyor olmam, bilmiş
ve bilecek olmam korkutmuyor beni. Keşke herkes
önce kendini sorgulasa, her çıkmaza girdiklerinde
yardımının dokunacağına inandıkları o insana koşmadan
önce. Ya da yapmasınlar, bana ne? Sadece pişman olmasınlar
istiyorum, 'keşke' demek kötü çünkü. Keşke öğrenmeseler.

Bilmiyorum, büyüyoruz ama... Sanki geçen her yaş
bana yeni fikirler verirken,
sorularıma cevaplar bulmamı sağlayıp bana yenilerini yöneltirken,
onlar biraz daha korkaklaşıyormuş gibi.
Olgunluğun getirdiği sorumluluk altında ezilmekten
ve yalnız kalmaktan
her zaman olduğundan daha fazla korkuyorlarmış
gibi. Veya sadece benim kuruntularım.
Ne zaman diyebildim ki
'Tam olmak istediğim gibiyim'
diye?

10 Haz 2011

10 Haz 11

Sevdiklerin için fedakarlık yaparsın. Çoğu kez onların yüzündeki minicik bir gülümsemeye değerdir her şey. Bazen kendi mutluluğun bile önemsiz kalır onlarınkinin yanında. İhtiyacın olan tek şey sevgidir; sevmek ve sevilmek. İnsanları sevdiğin sürece onlar da sana değer verirler. Ve bazı karşılıksız sevgiler vardır ki, ne yaparsan yap hep peşindedirler. Emeklemeye başladığın zamandan okula gitmene, yılsonu gösterilerinden mezuniyet törenlerine, aşık olduğun âna kadar. Ve belki bir gün düğününe. Yaşadığın sürece ihtiyacın olan tek şey samimiyetle gülümsemektir, ve çoğu kez gülümsemen mutlu olmanı beklememelidir. Hayatında oldukları için her gün şükretmen gereken insanlar vardır. Bazen unutsan da, sıkılsan, ertelesen de onlar ordalardır. Sen "Git" desen de gitmeyecek, kovsan da kaçmayacaklardır. Onlar hayatını anlamlılaştıran, onu sana ait kılan bireylerdir ve onlardan sıkılman mümkün değildir. Mutlu olmak için gülümsemeyi, gülümsemek için mutlu olmayı beklememek gerekir. Yapacağın tek şey bilmektir. Onların daima yanında olduğuna inanmak ve ne kadar şanslı olduğunu bilmek...

5 Haz 2011

Yardım edin, benliğimi kaybettim

Ne istediğimi gerçekten bilsem keşke. Beni bunu yapmaya zorlayan aptalca bir sistemin olduğunu bir anlığına atabilsem kafamdan ve geleceğimi korkusuzca çizebilsem zihnimde. Üstümde hiçbir baskı olmadan düşünmeyeli o kadar olmuş ki. Kimim ben, neredeyim? Bunu yapmalıyım! Şunu yapacağız! Peki ya sevgi? Ya zevk alma isteği? Ya mutluluk, eğlence? Keşke bu kadar bencil olmasaydı hayat. Keşke her şey masallardaki gibi kesin çizgilerle ayrılsaydı birbirinden. 'İyi' ve 'kötü', 'doğru' ve 'yanlış', 'gerçek' ve 'yalan'. Keşke hayat da 'güzel'le 'çirkin'i, 'korku'yla 'özgüven'i ayırabilecek kadar cesur olsaydı. Yardım edin bana, benliğimi kaybettim.

Gülümsemek

O kadar kolay değildi ki.
Eline bir şiir kitabı alıp, koklayarak sayfalarını çevirmek kadar huzur verici değildi.
Biraz keder, biraz korku.
Eski bir resme bakmak gibi, burun sızlatıcı.
Aynadaki benliğin kadar sanal, havayı hissettiğin kadar gerçek.
Dinlediğin senfoni kadar sıcak...
Ve sana düşen tek şey,
Gülümsemek.