18 Tem 2011

The Tourist mi yazsam bilemedim.

Merhaba, yine kendi kendime konuşuyormuşum gibi oluyor; hoş twitter'da da böyle ama en azından orda followerlarım var. Her neyse, hiç değilse burda birkaç saatte 5 unfollow yemiyorum. Ne diyordum? Hah, merhaba. Lafa bugün hiç kitap okumadığımı belirtip kendimi ezmekle başlamak istiyorum. Ne demek hiç kitap okumamak ya? Olur mu öyle şey? 


Sabah Aşk-ı Memnu'yu izlememi engelleyip beni kendisine 'yemek yapmaya' çağıran sevgili arkadaşıma teşekkürü bir borç bilirim ki hiç değilse film izledim. 'Turist'e gitmemiştim, çok istemiştim -aslında tek istediğim sinemada Johnny'yle bakışmaktı.- Sonra 'sevgili' biyoloji öğretmenimin filmin güzel olmadığını vurgulamasıyla bir süreliğine sinema salonu fantezilerimi rafa kaldırmıştım ki, baktım film falan kalmamış ortada. Öyle işte, aldım bugün izleyelim diye. İzledim yani, güzeldi bence. Düşünüyorum ki bence izleyenler anlamadı filmi, o yüzden beğenmediler. Kötü değildi ya, değildi işte. Sadece başları fazla aksiyon sevmeyenler için biraz sıkıcı olabilirdi. Ama şaşırttı, her şeyi geçtim Johnny vardı lan. Angelina'ya son repliğinden dolayı sövüp sayıyor, bunu da burada kesiyorum. 





Elise: 20 million dollars worth of plastic surgery. And that's the face you choose. 

Frank Taylor: You don't like it? 

Elise: It will do. 





Burayı da filmde fark etmemiştim, IMDb'den repliklere bakarken görüp güldüm.


Hotel Waiter Guido: Bongiorno! 
Frank Taylor: Bon Jovi! 



Bon Jovi demişken, şu gidemediğim 8 Temmuz konserine ve içimdeki öfkeye bir değinmek isterdim ki filme olan saygımdan susuyorum. 


Ps olarak filmin sinemalar.com'da 7.7 aldığını da belirtiyorum. Evet, maksimum 8'likti bence de. 

17 Tem 2011

I'M BACKIN' TO THE FUTURE



Well, in this huge summer holiday I had to do something important for me. First, I watched the 'Back to the Future' series for 15648646th time and I enjoyed again like the 1st time I did. Am I crazy? Yeah, just a bit. Anyway, the best movie was the 1st one, I always say that. Somebody begs to differ with me, they think the 2nd one was the best. But I sincerely love watchin' the 1955 in this movie. And I routinely ask myself that why I wasn't born on 1950s. By this way, I could see or live with the best*est music groups, politicians, composers or actors.

Whatsoever, it isn't our topic. I'm here and tryin' to write in English -I guess I can't- because I wanna share some Back to the Future quotes and pics.

By the way, WHY DON'T I HAVE A TIME MACHINE ?!

---------------------------------------------

That can be my favourite catchword, amazing.

'Maybe you weren't ready for that ... but your kids are going to love it.' - Marty after performing his final song at the Enchantment Under the Sea Dance
 


Marty McFly: Calvin? Wh... Why do you keep calling me Calvin?
Lorraine Baines: Well, that is your name, isn't it? Calvin Klein? It's written all over your underwear.








Marty McFly: Wait a minute, Doc. Ah... Are you telling me that you built a time machine... out of a DeLorean?
Dr. Emmett Brown: The way I see it, if you're gonna build a time machine into a car, why not do it with some style?



That's Strickland? Jesus, didn't that guy ever have hair? - Marty when he saw Stricland's youngness


 Hey Dad, George. Hey you on the bike. - Marty when he saw his father in 1955.


[heads for a door then stops]
Oh... one other thing. If you guys ever have kids and one of them when he's eight years old accidentally sets fire to the living room rug... go easy on him. - Marty when he was leaving the Enchantment Under the Sea Dance, saying goodbye for his parents.


 Chuck. Chuck. It's Marvin - your cousin, Marvin BERRY. You know that new sound you're looking for? Well, listen to this. - On the phone, as Marty plays "Johnny B. Goode"


So you're my Uncle Joey. Better get used to these bars, kid. - Marty to Uncle Joey as a baby, playing in his playpen.


Marty McFly: Wait a minute, Doc, are you trying to tell me that my mother has got the hots for me?

Dr. Emmett Brown: Precisely.

 Marty McFly: Whoa, this is heavy.
Dr. Emmett Brown: There's that word again; "heavy". Why are things so heavy in the future? Is there a problem with the earth's gravitational pull?


Marty McFly: Doc, we better back up. We don't have enough road to get up to 88.
Dr. Emmett Brown: Roads? Where we're going, we don't need roads.





15 Tem 2011

İsyan güzel şey.

Bana kendim olduğumu hatırlatan, bir şeyler için savaş vermem gerektiğini belleten, var olan düzene karşı içimde kızıl, kor ateşler yakan bir karşı savunma.

İsyan, en başta karşımdakinden nefret etme nedenim. Kim olduğuna ya da nereden geldiğine bakmadan; sırf hiçbir şey yapmadığı ve olanlardan yalnızca sözlü biçimde şikayet ettiği için kendisine beslediğim duyguları bu şekilde tarif etmeme neden olan şey, isyan.

İsyan, bir başkaldırı.

İsyan, bir özgürlük fısıltısı.

İsyan, elime ne geçeceğini bilmeden attığım çığlık.

İsyan, kafamda kurduğum soruların cevabı olmasını dilediğim öge.

İsyan, bir türkü kimi zaman.

Ve isyan, aradığımı bulma umudum.

Korkularım, meraklarım, heyecanlarım ve öfkelerim. Attığım adımların nedeni olan isyan, bütün bunların sonucu.

Bazen bir şeyler yazma isteğiyle karşı karşıya kalıp kalemimle bastırdığım, bazen birine karşı gelme arzusuyla yanıp tutuşarak asiliğimi ortaya çıkardığım isyan, çoğu kez pişmanlıklarımın nedeni. Oysa biliyorum ki, o olmadan ben de yokum. İsyanım var; duygularım var. İsyanım var; çünkü kişiliğim var. Ben var olduğum sürece de içimde bedenimi eritip dışarı çıkmayı bekleyecek olan o duygu, daima var.

13 Tem 2011

13 Tem 11

Elimde okunmayı bekleyen onca kitabım, aklımda bugünüm ve yarınım, kaygılarım, umutlarım, geleceği düşünmeme çabalarım, hayallerim, onca olaya rağmen orda duran yüreğim ve boşluğa bakan gözlerim...

Yine melankolik bir tavırla başladım kırmızı ojelerimin süslediği ellerimi klavyeyle buluşturmaya. Böyle yazdığıma bakmayın, aslında son bir saattir internette Lena'dan Satellite'la karaoke yapıyorum. Bir yandan televizyon açık -yeni kapattım-, bir yandan dondurmamı kaşıklıyorum, arada klimayı açıp kapatıyorum.

Tatil o kadar güzel ve sadece yapacaklarını planlamakla geçirdiğin anlarla sınırlı ki... Keşke ne yapacağımı düşünmek yerine aynı sürede hayallerimle buluşmaya bıraksam kendimi. Sonradan pişman olmamak, zamanı geri almayı dilememek için. Çünkü yapacak onca şey varken ve ben hayatımı sınavların yönlendirdiği bir dönemdeyken her şeye yetişmek imkansız oluyor. Bir de arada boş geçirilen onca vakit...

İnsanlar sanki kararlılığımı bozmaya çalışıyormuş gibi. Hayatımda ilk defa, 16 yıllık bütün hayatımda ilk defa kendi başıma verdiğim bir karar var ve ben bu karar uğruna bütün okul hayatımı değiştiriyorum; en azından bunları yapmaya karar veriyorum. Oysa insanlar emin olmadığımın farkında ve bana devamlı öğütler veriyorlar. 'Bir de şöyle düşün, eczacılık okursan daha rahat olursun. Filanca arkadaşımın kızının Marmaris'te eczanesi var, deniz kıyısında. İstediği saatte çıkıyor, geziyor, dolaşıyor.' Annemin anlamadığı konu benim meşgul olmak istemem. Malesef ki eczacılığın devletin eline geçtiğinin henüz farkında değil ve ben söyledikçe reddetmeye devam ediyor. 'Sadece aklında bulunsun diye söylüyorum, yoksa karar senin.' Diğer bir anlamadığı konuysa, benim kararımı bir ay önce bölüm değiştirerek vermiş olduğum. Sayısal çıkışlı olmamın avantajlarını, fen lisesinde başlayıp anadoluya geçecek olmamın bana getireceği artı okul puanını anlamadığını zannetmiyorum. Sanırım o sadece pişman olmamdan korkuyor; ama benim için hukuk okuma kararının şu anda yaptığım en doğru seçim olduğunun farkında değil. Biliyorum ki bütün ilkokul ve ortaokul hayatımı, lisede bulunduğum şu iki yılı büyük bir kararsızlıkla geçirdim. Ve yine biliyorum ki en kötü karar bile kararsızlıktan iyi.

İçim rahat mı peki? Eh, evet, bir nevi. En azından -uymuyor olsam da- yapmam gerekenleri belirlediğim bir programım var artık. Her şeyi daha somut olarak görmek, bir şeylerin daima gözümün önünde olması ve ne durumda olduğumu her zaman anlayabiliyor olmak rahatlatıyor beni.

Sabahları kalkıp Aşk-ı Memnu izlemek yerine okumakta olduğum kitapları bitirip yenilerine başlasam daha mutlu olurum sanırım. Ya da oturup izlemek isteyip de hiç vakit bulamadığım filmleri izlesem. Veya anneme soracak olursak ders çalışsam daha mutlu olurmuşum. Şu 'hiçbir şey yapmadım' huzursuzluğundan kurtulmak için oturup gerçekten ders çalışmalıyım belki de. Hep demiyor muydum 'Eğer gerçekten istediğim bir meslek bulsaydım, beni mutlu edeceğine inandığım bir hedefe sahip olsaydım, ona ulaşmak için elimden geleni yapardım.' diye. Ee, neden duruyorum öyleyse? Daha iyi bir fırsat var mı kendimi kanıtlamak için? Yapabileceğimi göstermek için, daha önemlisi beni içinde huzur ve mutlulukla bekleyen geleceğime yatırım yapmak için? Geçen her saniye ilerideki 'keşke'lerimi çoğaltıyor yalnızca. Bugün ertelediğim bütün sorumluluklarım, korkularım, gelecekteki Nazlı tarafından hesap sormak için bir yerlerde büyüyor. Ve benim onları durdurma vaktim geldi de geçiyor...

10 Tem 2011

İnsanlar salak, yani üzgünüm ama öyle.

Ben mi çok ileri zekalıyım, gerçekten hiç hesaplanamamış bir IQ'm mu var, yoksa beynim diğerlerinin anlayamayacağı bir biçimde mi çalışıyor; bunu düşünüyorum günlerdir. Dürüst olmak gerekirse, benim tüm hayatım bu konu üzerinde yoğunlaştığım anlardan ibaret. Tamam, yeri geliyor çok kendimi beğenmiş olabiliyorum; doğuştan olup olmadığını kestiremediğim bir liderlik duygum da var gerçi. Ama bunların tamamen dışında, en ufak bir espri üzerine saatlerce düşünebilen insanlar görüyorum, onları tanıyorum ve evet, aslında onlarla yaşıyorum.

Ukalalık etmek istemiyorum, cevap vermiyorum; nereye kadar tutabileceğimi kestiremediğim bir sinir dalgası büyüyor içimde. Bana neyse, beni ilgilendiren bir şey yokken neden bu nefret, kime; anlamıyorum...

Küçük bir açıklama yapıyorum, üzerinde düşünmüyorum bile. Karşımdakinin anlamayacağına dair en ufak bir şüphe dahi geçmiyor içimden. Dakikalar sonra farkına varıyorum ki, aslında konuşmamışım. Ağzımı bile açmamışım. Hiçbir şey önemsenmemiş söylediklerimden, ya da önemsenecek raddeye bile ulaşamamış. Bencillik mi bu, burnu büyük olan mıyım, veya çok mu havalı davranıyorum; kestiremiyorum. Aklımdan geçenler bunlar değil oysa; asla birisiyle dalga geçmek, onun eksik yanlarıyla eğlenmek, bunu suratına vurmak değil. Sadece gerçekten şaşırıyorum. İnsanlar mı duyarsız, ya da ben mi anlatamıyorum içimdekileri? Dışa vurmakta mı başarısızım her şeyi?

Üzgünüm; iki türlü de olsa ben bu şekilde yaşamak istemiyorum. Haksızlığa uğratılmış gibi hissetmelerine yol açtığım insanları var ediyor olabilirim; ama ben, eğer bir şeyler yazacaksam, bir şeyleri başkalarına aktaracaksam karşımdakinin de yararlanıyor olmasını beklerim. Bekliyorum! Aldığım yorumlardan, yardım edemediklerimden ya da davranışlarımın, karşımdakini kaybedecek olmama yol açmasından daha mı önemli bu his; bilmiyorum. Büyütmeden, yavaş ve sessizce devam ederek yaşamaya ara vermeksizin, bu hisse hem sahip olup hem de ondan kaçınmam gerektiğini düşünüyorum. Nasıl başarırım bunu; nasıl kendimi mutlu ederken, hak ettiklerimi benliğime hediye etmeye devam ederken çevremdekilerin de kırılmamalarını sağlarım? Sanırım tam da bunu düşünmemin sırası...

Yalnızlığı özlemişim ya çünkü, beni anlayabilen tek insanı özlemişim. Kendimle kalmayı, kendimi kendime anlatmayı özlemişim. Yazmayı özlemişim; başkalarının ne düşündüğünü önemsemeden, karşımdakinin beni anlayıp anlamadığına kafa yormadan, yalnızca anlatmayı özlemişim. Düşünüyorum da, bu sadece ben değilim. Böyle yaşayan, bu şekilde düşüncelere sahip olan ve kızgınlığını ellerini kullanarak, yazarak belli eden, zehrini dışarıyla böyle paylaşan tek kişi ben değilim. Buralarda bir yerde, geceleri yatmadan önce müzik dinleyen, gülümsemenin kendisini mutlu ettiğini bilen, 'öteki'lere aldırmadan yaşayan -aslında 'öteki'yi kişiliğince tanımayan, 'öteki'yi kabul etmeyen, 'öteki'yi kendisi gibi gören- , canı yandığında bir yerlerde onu iyileştirmek için yanıp tutuşan insanlar olduğunu bilen o kişi işte... Ve tekrar düşünüyorum da, evet; onu bulacağım ve muhtemelen aşık olacağım...

9 Tem 2011

9 Tem 2011

Yine aynı sorular kafamda, aynı çaresizlik anları; sonra eklenen düşüncelerim, biraz mantık ve yine küçük, masum bir mutluluk belirtisi...

Aslında nerede olduğun değil yaşam; nerede olacağın, kendini nerede görmek istediğin ve bu uğurda vazgeçeceklerin. Vazgeçmek dediysem gözünüzü korkutmak için değil. O vazgeçişler o kadar değerli ögeler katacak ki hayatınıza, pişmanlık bir yana, bir kere olsun geriye bakma ihtiyacı duymayacaksınız. 'Nereden biliyorsun?' Sormayın, biliyorum işte. Bilmiyorsam da umuyorum, hayal ediyorum. Bunlar da yetmez mi elindekilerin kıymetinin farkına varmaya?

Hava sıcak; yoo, aslında yalnızca benim düşüncelerim bu, benim kuruntularım. Bir kutup ayısı olsaydım eğer, hava şu ankinden katlarca daha sıcak olurdu. Oysa bir devekuşu olarak doğsaymışım şimdiki hava soğuk gelirdi bana. İşte bunları düşünerek geçiriyorum saatlerimi. 1 haftalık tatilim pazartesi günü son bulacak, yeniden evime dönerken aklımda daha net fikirler olacak. Söyleyip durduğumu biliyorum, yok kendimi daha iyi tanıyorum artık falan diye de- Bu mutlu ediyor beni, huzurla dolmamı sağlıyor. İyi bir şeyler yaptığımın bilincinde olmak rahatlatıyor beni ve kendimi bu histen mahrum bırakacak da değilim. Öyle ya da böyle...

Tırnaklarım benim önceki gün sürmeye çalışıp da havuzun bozmuş olduğu pembe ojelerle bütünlük sağlamış durumda. Silmeye de üşeniyorum. Hatta inip denize yürümeye de üşeniyorum. Kitap okumaya üşenmiyorum, yalnızca 100 sayfamın kalmış olması içimi ürpertiyor, bitecek olmasından korktuğumdan alamıyorum elime, o kadar.

Yan tarafta açık olan Facebook sayfamda hiçbir insani belirti yok, saat başı gelen tweetler de pek ilgimi çekmiyor gibi. Yazdıkça kelimeler de kirleniyor gibi, artık kendim için bir şeyler yapıp yüzmeliyim galiba. Bu sefer de böyle olsun; uzun, dopdolu, rahatlayacağım bir yazıyla tekrar geleceğim. Şimdi tembellik vakti!