Yapacak tonlarca şeyim, yapmak içinse daracık bir zamanım var. Ya da yapmam gereken tonlarca şeyi sığdıracak kocaman bir ömrüm. Hangisinin daha akla yatkın olduğunu kestiremiyorum; ancak ikisinin de aynı kapıya çıktığından eminim: Hiçbir şey yapmıyorum!
Dakikaları saymaktan vazgeçtim, ben varlığımı hissettirdikçe daha hızlı geçiyor zaman. Ben yokkense, daha huzurlu aktığına inanmak istiyorum. Daha az azimli, daha duygulu... Bu yüzden midir ki, artık saate bakmaya korkuyorum? Çalacak olan zil mi beni endişelendiren, kendi zamanımın dolduğunu bildirecek imgeden mi çekiniyorum?
Yapacaklarımı planlamaya zamanım yok, sadece yapmam gerekiyor. Karşımdakinin desteğini almaya ihtiyacım varken kendimle çelişiyorum. Nitekim, sadece gülümsemek için yazan ben, artık diğerlerinin sözcüklerine kapılıyorum. Beni etkilemelerine izin verdiklerim, çoğu kez benden etkilenmeye gereksinim duyarken hem de.
Kim olduğumu bilmiyorum; ne yapmak istediğimden emin olarak çıktığım yolda yaşadığım tereddütler beni arkaya bakmaya zorluyor. Geride ne bıraktığımın öneminin olmadığını söylediğim günler kendi aralarında fısıldaşıyor. İnsanlar beni eleştiriyor, bense ürkekçe kararlarımın arkasında duruyorum.
Tutunacak bir dal aramıyorum. Bulmak istiyorum; ama aramıyorum. Kendi kendine yetebilen insanlara özenip onlar gibi olmak istiyorum. Kararlarımı sorgulamak değil, onlara ve kendime güvenebilmek istiyorum. Yaptığımın, yapacaklarımın ve kendi doğrularımın çektiği tepkileri önemsemeyebilmek istiyorum. Gülümsemek istiyorum. Hayır, bir çocuk gibi ağlamak istiyorum. Düşünüyorum da, ben büyümek de istemedim ki...