22 Ağu 2012

18 Ağu 2012

konuyla çok çok ilgili bir başlık

Tam da 9 günlük bayram tatili için hazırladığım ders çalışma programını bitirip gereksiz şeyler yazmak için buraya gelmiştim ki, ÖSYM'nin nihayet sonuçları açıkladığını öğrendim. Aslında bu yazının başlığı 'mazoşistlik suç olsaydı' temalı bir şeyler olacaktı ve ben de ütopik ders çalışma hayallerimden, yanda gördüğünüz 3000 soruluk tatil ödevimi bitirme yüzdemin minikliğinden bahsedecektim; lakin daha öncelikli bir konu var. Mazoşistliğime sonra döneceğiz. 

Ne diyordum? ÖSYS. Açılımını bile daha doğru dürüst bilmediğim bir şeyin hayatımın tam ortasında duruyor olması çok saçma. Gerçekten. Bütün öğrenciler sınav bazında bakacak olursak bir yıl, yaşadığımız coğrafyayı da işin içine katarak bir şeyleri irdeleyecek olursak ise yıllardır bu stresin içindeler. Yazının devamında hiçbir anlamı olmayacağını bile bile eğitim sisteminin yanlışlığı ve öğrencilerin kötü etkilenen psikolojileri üzerine nutuklar çekmeyeceğim; çünkü dediğim gibi, hiçbir anlamı yok.

Bugün bilmemkaç bin öğrenci gideceği/gidemeyeceği üniversiteleri öğrendi. Bu süreç, uzun olması bir yana, hiç de kolay olmayan bir süreç. Üstelik varlığı kadar yokluğu da sorun. Ya da onlara değil belki; ama bana öyle olacağından neredeyse eminim. Üçüncü çoğul şahıslarla başladığım cümlelerin öznelerinin, cümleye henüz nokta konmadan birinci çoğullara dönüşmesinin nedeni bizim de bu dertten muzdarip olmamız. Önümüzdeki son timsallerimiz de üniversiteli olduğuna göre, artık sıra ciddi ciddi bizde demektir. Aslına bakarsanız, bu işin tam anlamıyla içinde olduğumdan beri gözlemlediğim en önemli şey, tüm öğrencilerin bu maratonun bir an önce bitmesini istediği. Ben hariç. Ben, asıl tüm bu zorlu sürecin bitmesinden korkuyorum. Ders çalışmaya bayıldığımdan ya da yukarıda bahsettiğim üzere mazoşist oluşumdan değil. Alışkanlıkların vazgeçilmesi zor şeyler olduğunu bildiğimden. Sene sonuna yaklaştıkça ders çalışmak hayatımızın daha da büyük bir parçası olacak ve son sınavdan da çıktığımızda, yani artık ders çalışmamıza gerek kalmadığında, birden nasıl bir boşluğun içine düşeceğimi ben bizzat az çok tahmin edebiliyorum. Çünkü statikocunun başı bir insan olarak ben, çalışma masamdaki en ufak yer değişikliğinden bile rahatsız oluyorum. (Ya sadist, ya mazoşistim gerçekten.) Her neyse ya, seneye bu zamanlar ben de facebook'uma BOĞAZİÇİ :)))))) GALATASARAY HEHEHE :))) filan yazsam üzülmem herhalde. Geçer geçer bu da geçer.

Tatil ödevim ve mazoşistliğim başlıklı ikinci bölümümüze gelecek olursak; aslında dershanenin ödev olarak verdiği soru sayısı yalnızca 1000'di. Ben yine bir ineklik örneği göstererek kendime +2000 soru yazdım ki, nasıl olsa bitiremeyeceğim, tatil sonunda programıma bakayım da yarısını bile yapmamış olduğumu fark edip bunalıma gireyim. Mazoşizmin başladığı yer tam olarak burası. (Yazının burasından itibaren kendime sesleniyorum.) "Ulan gerizekalı, madem sevinmek istiyorsun, yapabileceğin kadar ödev bulsana kendine. Elalem az ödev yapayım, az görünsün mutlu olayım diye uğraşır; sen kendime nasıl daha çok eziyet ederimin yollarını arıyorsun. Malsın, beyinsizsin kanka söyliyim ben sana." (Yazının burasından itibaren kendime seslenmiyorum.) İşin açıkçası, belki bir mucize olur da aşka gelirim, çözerim diye o kadar soru yazdım kendime. Hem belki çözmezsem vicdan azabı çekeceğimden korkarak çözerim. (Yazar burda ne dediğini kendi de bilmiyor.) Ya da bütün tatil dizi izlerim, bilmiyom.

Bu arada, o sarı parşömene I. Dünya Savaşı yazarken fark ettim de, Kopernik'in 600 yıl önce güneş merkezli gezegen teorisini bulması tarihe geçecek kadar önemli bir olay değil de, daha 100 yıl önce sayısız insanın birbirlerini hastalıklı fikirlerce katletmesi tarihe geçecek kadar önemli bir olay mı? Gerçekten, insanlar o utançtan sonra 'Ne yaparız da bu katliam, bu insanlık utancı diğer nesillerce öğrenilmez, asla haberleri olmaz bu pislikten?' diye düşünmemişler mi? Yoldaki yüz kişiden doksan sekiz tanesi Kopernik'in bu mucizevi buluşundan habersizken o insanların hepsinin bu ayıbı gözleri kapalı, zevk alarak anlatabilecek olması sizce de çok aşağılıkça değil mi? İnsanların savaşları unutturmaya çalışmasını geçtim, çocukluğumuzdan yaşlılığımıza kadar bize bunları evde, okulda zorla öğretmeye çalışmaları çok inanılmaz değil mi? İnsanları asla anlamayacağım.

Nazlı'nın 'bir ruh haliyle en fazla kaç ayrı konuda yazılır?' isimli yazısının sonuna gelmiş bulunuyorsunuz. Umarım minik de olsa bir şeyler anlatabilmişimdir. Ve umarım herkes istediği yerleri kazanabilmiştir.

13 Ağu 2012

#childhood


Hayata çocukların gözlerinden bakmamız gerektiğini savunup durduğum bir günün daha ardından, sabah dershaneye geç kalma pahasına apartmanın aşağısına, kedilerin yanına bıraktığım bir kap suyu akşam gelip de üzerinde çöplerle görünce azıcık daha nefret ettim büyümekten.

9 Ağu 2012

pollyanna'nın kız kardeşi gibi

Yatmadan önce kucağıma günlüğümü alıp eski yazılarımı karıştırmak ve bazen kendime 'nasıl yazmışım ben bunu?' düşünceleri eşliğinde hayret edip bazen de yine kendime 'ben neden böyle olmuşum ki?' yakınışlarıyla 10 üzerinden 3 puan vermek hobilerim arasındadır.

İlliyet bağından yoksun mutluluklarım da baya meşhurdur. Pollyanna'nın kız kardeşi gibi olurum bazen; ama bu seferki hem komik olmuş, hem de ne biliyim. Yorumu size bırakayım en iyisi.

14/12/2011 Çarşamba

'...Sabahtan beri türlü mutluluklar yaşıyorum. Aslında herhangi bir neden-sonuç ilişkisine bağlı değil bunlar, yalnızca gülüyorum. Yine de kendi şartlarımı (şerait) yaratabildiğim için oldukça şanslıyım. Buna istinaden söyleyebilirim ki insan nedensiz de mutlu olabilir. Daha açık olmak gerekirse, insan kendine olumlu sonuçlar doğuracak nedenler yaratabilir. (bkz: bugünkü salak sırıtışlarım) Örneğin müşkülpesent ve malumatfuruş (fuşur muydu yoksa) kelimelerini öğrenmiş olmak, neticesinde diğer insanlardan farklı olduğumu hissetmek; tüm insanlıktan, onların beyinsizce düşüncelerle yol açtığı savaşlardan, her gün bir nedeni olmaksızın ölen insanların elinde gücü tutan taraflarca önemsenmiyor olmasından ve şu dakikada yatakta bunları düşünüp tüm ecdadlarından bir açıklama bekliyor olan benden başka, önemsiz, dolu konularla kafasını meşgul eden; ama benim düşündüklerimle ilgili en ufak fikri bile olmayan diğer düşünme yetisine sahip varlıklardan nefret ediyorken bile içimin kıpır kıpır olmasına sebebiyet verebiliyor. İyi ki yaşıyorum.'

Beni yapmışlar güya; ama ben olmamışım. Belli belli. Oy.

4 Ağu 2012

ergen olmanın dayanılmaz hafifliği



Artık depresyonda değilim sevgili gençler ve daima genç kalanlar! Yalnızca üç gece sürdü, veya iki. Gündüzleri gezdim tozdum, alışverişimi yaptım, hatta ilçe değiştirip nehir kenarında balık yedim. Geceleri de -yatağa yatıp kalkmam arasındaki zaman diliminde- işte siz ergenler depresyondayken ne yapıyorsanız onu yaptım. Tamam peki, biliyorum, ergen olmayı bile beceremiyorum. Telefonumu yalnızca son bir aydır düzenli olarak kullanıyorum, çünkü WhatsApp yükledim ve değişiklik olsun diye insanlarla muhabbet ediyorum. Hayatım boyunca hiç aylık sms'im olmadı, çünkü çok az sayıda arkadaşım var ve her gün gördüğüm insanlarla mesajlaşma fikri çok aptalca geliyor. Ha, eğer bir sevgilim olsaydı muhtemelen o zaman aylık sms paketim olurdu; lakin o da yok. Bu da ergenliğe henüz adım atamamış olduğumun bir kanıtı değil de nedir? Neyse, şaka bir yana gerçekten 17 yaşındaki akranlarımın yaptıkları çoğu şeyden zevk almıyor olmam zeka yaşımın 12 mi yoksa 28 mi olmasındandır bilmiyorum. Gerçi pek de umursamıyorum çünkü insanlar artık beni kabulleniyorlar.

Hâlâ Eskişehir'deyim ve burası bir Adanalı için oldukça soğuk. Hani şu devekuşu-kutupayısı sıcaklık-mekan grafiğim vardı ya (öyle bir grafiğim yok ama neden bir gün olmasın?) aynen o hesap işte. Ben devekuşuyum ve kutuplar benim için buz gibi. (bkz: yazının devamı nereye gidecek hiçbir fikrim yok) Gün boyu başka başka bloglar okudum ve farkına vardığım şey şu: Önceden ergen olarak nitelediğimiz canlı türünün en genç bireyleri bizlerdik; şimdiyse bizden küçükleri de var ve bakın şu an ne fark ettim? Büyüyoruz oğlum. Eşşek kadar olduk hepimiz ve bunu kendine dert edinen tek kişi ne yazık ki benim. Tüm arkadaşlarım üniversite hayalleri kurarken ben 'Ne tür bir teknoloji beni hep 4 yaşında tutardı acaba?' diye düşünüp duruyorum. Bunun yerine oturup geometri filan çözsem herkes daha mutlu olacak. Geometri demişken, ders çalışmayalı -hani ciddi anlamda çalışmayalı- 44 gün olmuş. Mukadderat, n'apalım? Her neyse, ne diyordum? Reşit olmama 5 ay kaldı ve ben bunu zaten aklımdan çıkaramazken sevgili ailemin her gün eve birilerini çağırıp küçüklük videolarımı kahkahalarla izlemelerinin pek yardımı olmuyor. Şebeğim ben sanki burda. İzle izle gül, di mi?

Evet, melankoliye bağlayacak olursam, NİYE BÜYÜYOM LAN BEN? Ne güzel yere serilmiş battaniye üzerinde otumuş, mıknatıslı harflerle isimlerimizi yazıyormuşum ya da ne biliyim, kahvaltıda sosis yiyip 'ekmek de ye kızım' yorumlarına maruz kalıyormuşum ve evet, çok mutluymuşum. Diyeceksiniz ki, şimdi çok mu mutsuzsun (malum üç harfli kısaltmalı küfür)? Değilim lan değilim ama düşünmem gereken tonlarca şey var. Ders çalışmam gerekiyor, 'hayır istemiyorum' diyip de her şeyi boşlamak gibi bir lüksüm yok. Eve misafir geldiğinde gidip merhaba demek zorundayım, düşünsenize ya 'bana mı geldin napiyim?' demek ya da yanına gitmeden içerde kitap okumak gibi bir hakkım yok. Yaşlı bir akrabamızı ziyaret ettiğimizde ya da, yaptığı her şeye yardım etme gönüllülüğünü göstermek zorundayım. O 'hayır güzelim ben hallederim' dese bile ben yardımı teklif etmek zorundayım çünkü büyüdüm, kocaman oldum ve küçükken anlayamadığım o sorumluluklar devamlı etrafımda dolanıyor. Bunların önemli veya büyük meseleler olmadığını biliyorum; yine de en ufak şekilde de olsa özgür olmadığımı bilmek iyi hissettirmiyor. Seneye üniversiteye başlayacağımı düşündükçe gayet net bir şekilde korkuyorum, çünkü büyümenin getirdiği ve aynı zamanda götürdüğü onca özgürlüğü bir kenara bırakacak olsam bile, yani yaşlanıyor olmak gerçekten hiç umrumda olmasa dahi, nasıl yemek yapacağımı, nasıl tek başıma uyuyabileceğimi ve kimse bana kahvaltı hazırlamadan nasıl kalkabileceğimi bilmiyorum. Sanırım büyümek bu değil, herkes bunu söylüyor; ama benim görebildiğim şeyler bunlar. Ve insanlar neden sorumluluk almaktan nefret ederken büyümeyi bu denli isteyebiliyorlar, bilmiyorum. Ve ben tembel bir insan bile değilken, bunca büyük işinin beni neden etkilediğini de bilmiyorum. Her neyse işte, şikayet ettiğimden değil. Melankolik olmak istedim sadece, oluyor mu diye bakayım dedim. Oldu. Ne dersem diyeyim büyüyeceğim, ailem yaşlanacak, arkadaş sohbetlerimiz gerilmeye başlayacak, hayat ciddileşecek ve bir süre sonra sokakta seksek oynayamayacağım nasıl olsa. O yüzden, yani hayatın nasıl olsa -her sabah güneşi aynı yerden doğurmak gibi- benden daha önemli işleri varken konuşmamın ya da isyan etmemin pek anlamı yok.

Nereden geldik biz bu konuya? Ergenlik diyordum değil mi? Aslına bakarsanız ergen olmak yetişkin olmaktan katlarca daha kötü. Yani bir mesleğe ve saygın, aklı başında iş arkadaşlarına sahip olmak, eminim ki hiçbir fikri olmadan konular hakkında yorum yapmaya çalışmaktan ve erkekler hakkında konuşmaktan (ergen olmaktan (bunları pek yapmıyorum)) daha kabul edilesi. Büyümenin saçmalığı hakkında çoğu kişinin de bana katılmadığı daha fazla yorum yapmak yersiz. Bence ben de büyümenin zevklerine varmaya başlasam iyi olur, aksi takdirde ne kadar mutlu bir yetişkinlik hayatımın olacağı muamma.

Bakın, ne demiş Meredith Grey: (Allaam dizi replikleri paylaşıyorum, kim dedi Nazlı ergen olamamış diye?!)

Remember when you were a kid and your biggest worry was like... if you'd get a bike for your birthday or if you'd get to eat cookies for breakfast. Being an adult: TOTALLY overrated. I mean seriously, don't be fooled by the hot shoes and great sex and no parents anywhere telling you what to do. Being an adult is responsibility. Responsibility really does suck. Really, REALLY sucks. Adults have to be places and do things and earn a living and pay the rent. And if you're training to be a surgeon, holding a human heart in your hands... Hello! Talk about responsibility! Kinda makes bikes and cookies look really really good, doesn't it? The scariest part about responsibility... When you screw up and let it slip right through your fingers. Responsibility. It really does suck. Unfortunately once you get past the age of braces and training bras, responsibility doesn't go away. It can't be avoided. Either someone makes us face it or we suffer the consequences. And still, adulthood has its perks. I mean the shoes, the sex, the no parents anywhere telling you what to do... That's pretty damn good.

(IMDB'ye teşekkürler.)

Bugün Eskişehir'de geçireceğim sondan ikinci gecem. Pazar sabahı trenle Ankara'ya gideceğiz. Günübirlik, gelmişken hadi gezelim tarzı, şehri dolaştıktan sonra akşam 18.00 uçağıyla Adana'ya dönüş... Alışmıştım oysa buraya. Hava soğuyor, bir haftaya kalmaz sonbahar kendini göstermeye başlar Eskişehir'de; ama ben Adana'ya, cehennem sıcağına, dönmek zorundayım. Pazar akşamı evimde olacağım (40 gündür odamda yatmıyorum) ve pazartesi sabahın 8.30'unda dershaneye gideceğim. İyi ki başlıyor ama, Doktorlar ve Aşk-ı Memnu'dan gına gelmişti. Hem, ders çalışmaya başka türlü başlayacağım da yok. (iyi hissetme çabaları vol1)

Burda yıllar sonra çocukluk arkadaşlarımı görmek, içten içe 'oha (malum küfür hihi) hayvan gibi olmuşlar' demek, 8-9 yıl önce bindiğim (sürmeyi bilmediğim için binemediğim) mor bisiklete binmek (bu sefer binebilmek) güzeldi. Sabahtan akşama kadar Grey's Anatomy izlemek de güzeldi tabii (o her daim güzel); ama keşke bir bölümü sekiz defa (mübalağa detected) izleyecek kadar salak olmasaymışım. Babam bana 'salağın kızı' diyor ve 'anneni kastediyorum ha' diye ekliyor. Bulaşık yıkamak, eğer isterseniz çok eğlenceli olabilir. Siz mutlu olmaya bakın, saçma filan ama, kuantum diye bir şey gerçekten var.

İyi geceler gençler ve daima genç kalanlar!