İlhan İrem'in bugünkü yazısını şurdan okuyabiliyormuşsunuz.
Okusanıza.
29 Eki 2012
27 Eki 2012
kate walsh instagrams the paparazzi
Hayatımın en anlamsız blog yayınını giriyorum.
Utanırım sanıyorsunuz ama oldukça yanılıyorsunuz.
24 Eki 2012
kısa kısa, #
Başlamadan önce not: Beni insan hatırlamak istiyorsanız okumayın. Sevgiler.
30/10/11
Yazarken saniyeler sürüyor olmasına karşın hatırlamaya çalışınca gerçekten uzun bir sürecin göz önüne geldiği o "iki yıldan daha fazla" tanımlı süre zarfı boyunca yapmadığım; ancak saygıdeğer babamın da katkılarıyla dün öğle saatleri itibariyle kendimi içinde bulduğum sanal ortama yeniden hoş gelmiş bulunuyorum. Hayır ama ya, sadece eğleniyorum. Anırarak dakikalardır gülüyorum. Leyla ile Mecnun'un senaristi her kimse, "kalsın dediğimiz insanlar" listesine adını yazdırabilmiş, "hastasıyız" diyen adama yakın oranda sevdiğimiz yüce bir insan o. Geç oldu, yatmam gerek. Şahsen tek bir dilek hakkım olsaydı daha çok dilek hakkım olmasını dilerdim; ama yok, geometri sınavında "Baksana ne aldım"la "Bak, sana ne aldım"ın farkının sorulmasını dilerdim. Ne diyebilirim ki, asla bir Miranda Kerr olamayacağım. Yaşasın filantropizm!
11/3/12
Kaşınıyorum. Keşke kaşınmasam. (?)
...
Artık hayal etmeye, onları irdelemeye ve yazıya dökmeye vaktim olmadığı için çok şanssızım. Aslında çok ama çok şanslıyım. Teşekkürler ayaklarım... (?)
20/5/12
Ah yine bir matematik yazılısı, ah yine bir "keşke ders çalışsaydım" pişmanlığı ve matematik çözmek yerine izlenen üç bölüm gıreyzenadımi. Yıllar yıllar sonra günlüğümü çocuklarıma filan okutursam, böyle bir kitap bir şey yaparsam, insanlar tüm gençliğimi dizi izleyerek geçirdiğimi düşünecek ve pek de haksız olmayacaklar. Kısa kesmek zorundayım. Malum, son ciddi sınavlarım lisedeki ve birazcık gerginim. Ne dersem diyeyim, o salak binayı ve içindekileri öyle özleyeceğim ki. Yeterince fotoğrafım olmadığı için ve gün gelir de VIS'te futbol oynamış olduğumuzu unutursak diye çok pişmanım, çok korkuyorum. Anlatım bozukluğunun dibine vurdum, farkındayım; ama fikir açık. Şimdi yatmak zorundayım. Önümdeyse çok daha güzel günler olacak, umarım...
29/8/12
Yazmayı en çok istediğim, sözcüklere en çok ihtiyaç duyduğum zamanlar gerçekten de elime kalem alamayacak durumda olduğum zamanlar, kanıtladım bunu. Gökyüzüne uzun uzun bakıp düşünmeyeli çok oldu günlük. İnsan bunu bile özlüyormuş. Gülümsedim şu an. O kadar komiğim ki. Böyle edebi edebi yazmamın tek nedeni iki gündür paragraf ve edebiyat çözüyor olmam; yoksa asla romantik filan değilim. Az önce balkonda ders çalışırken neden daha önce hiç balkonda yazmadığımı irdelemem dışında tabii. Bir de son zamanlarda güneşin doğuşunu izlemek için günlerimi erken mi başlatsam diye düşünmelerimin dışında. Her neyse işte, tutarsız bir kızım ben. Hem, sadece aptallar ve ölüler düşüncelerini hiç değiştirmezlermiş. Ben ne aptal olmak ne de ölmek istiyorum. Yaşayacağım uzun yıllar varken hemen gitmek zorunda kalmaktan çok korkuyorum. Ve bu kadar güzel günlerin önümde olduğunu bilirsem onları olabildiğince uzakta tutmam gerektiğini düşünüyorum. Ne zaman ki o günler gelir, hemen geçerler ve her şey bir anda küçülür, ben büyürüm ve hayatım ciddileşir diye korkuyorum. Belki tek ihtiyacım saatlerce beni dinleyebilecek biri, belki de gerçekten hayatın onca uğraş sonucu doğurduğu güneşin benim takdirime olan ihtiyacı. İki durumda da hâlâ 17 yaşında ve umutluyum.
23/10/12
...
İnsanların bu kadar duyarsız ve her şeyden bu kadar habersiz oluşlarını bir gün kabullenecek ve şaşırmayı bırakacağım.
...
30/10/11
Yazarken saniyeler sürüyor olmasına karşın hatırlamaya çalışınca gerçekten uzun bir sürecin göz önüne geldiği o "iki yıldan daha fazla" tanımlı süre zarfı boyunca yapmadığım; ancak saygıdeğer babamın da katkılarıyla dün öğle saatleri itibariyle kendimi içinde bulduğum sanal ortama yeniden hoş gelmiş bulunuyorum. Hayır ama ya, sadece eğleniyorum. Anırarak dakikalardır gülüyorum. Leyla ile Mecnun'un senaristi her kimse, "kalsın dediğimiz insanlar" listesine adını yazdırabilmiş, "hastasıyız" diyen adama yakın oranda sevdiğimiz yüce bir insan o. Geç oldu, yatmam gerek. Şahsen tek bir dilek hakkım olsaydı daha çok dilek hakkım olmasını dilerdim; ama yok, geometri sınavında "Baksana ne aldım"la "Bak, sana ne aldım"ın farkının sorulmasını dilerdim. Ne diyebilirim ki, asla bir Miranda Kerr olamayacağım. Yaşasın filantropizm!
11/3/12
Kaşınıyorum. Keşke kaşınmasam. (?)
...
Artık hayal etmeye, onları irdelemeye ve yazıya dökmeye vaktim olmadığı için çok şanssızım. Aslında çok ama çok şanslıyım. Teşekkürler ayaklarım... (?)
20/5/12
Ah yine bir matematik yazılısı, ah yine bir "keşke ders çalışsaydım" pişmanlığı ve matematik çözmek yerine izlenen üç bölüm gıreyzenadımi. Yıllar yıllar sonra günlüğümü çocuklarıma filan okutursam, böyle bir kitap bir şey yaparsam, insanlar tüm gençliğimi dizi izleyerek geçirdiğimi düşünecek ve pek de haksız olmayacaklar. Kısa kesmek zorundayım. Malum, son ciddi sınavlarım lisedeki ve birazcık gerginim. Ne dersem diyeyim, o salak binayı ve içindekileri öyle özleyeceğim ki. Yeterince fotoğrafım olmadığı için ve gün gelir de VIS'te futbol oynamış olduğumuzu unutursak diye çok pişmanım, çok korkuyorum. Anlatım bozukluğunun dibine vurdum, farkındayım; ama fikir açık. Şimdi yatmak zorundayım. Önümdeyse çok daha güzel günler olacak, umarım...
29/8/12
Yazmayı en çok istediğim, sözcüklere en çok ihtiyaç duyduğum zamanlar gerçekten de elime kalem alamayacak durumda olduğum zamanlar, kanıtladım bunu. Gökyüzüne uzun uzun bakıp düşünmeyeli çok oldu günlük. İnsan bunu bile özlüyormuş. Gülümsedim şu an. O kadar komiğim ki. Böyle edebi edebi yazmamın tek nedeni iki gündür paragraf ve edebiyat çözüyor olmam; yoksa asla romantik filan değilim. Az önce balkonda ders çalışırken neden daha önce hiç balkonda yazmadığımı irdelemem dışında tabii. Bir de son zamanlarda güneşin doğuşunu izlemek için günlerimi erken mi başlatsam diye düşünmelerimin dışında. Her neyse işte, tutarsız bir kızım ben. Hem, sadece aptallar ve ölüler düşüncelerini hiç değiştirmezlermiş. Ben ne aptal olmak ne de ölmek istiyorum. Yaşayacağım uzun yıllar varken hemen gitmek zorunda kalmaktan çok korkuyorum. Ve bu kadar güzel günlerin önümde olduğunu bilirsem onları olabildiğince uzakta tutmam gerektiğini düşünüyorum. Ne zaman ki o günler gelir, hemen geçerler ve her şey bir anda küçülür, ben büyürüm ve hayatım ciddileşir diye korkuyorum. Belki tek ihtiyacım saatlerce beni dinleyebilecek biri, belki de gerçekten hayatın onca uğraş sonucu doğurduğu güneşin benim takdirime olan ihtiyacı. İki durumda da hâlâ 17 yaşında ve umutluyum.
23/10/12
...
İnsanların bu kadar duyarsız ve her şeyden bu kadar habersiz oluşlarını bir gün kabullenecek ve şaşırmayı bırakacağım.
...
16 Eki 2012
rubbish, #2
aralık ayı.
yeni yıla birkaç gün kalmış.
günlerden cumartesi.
odandasın. yatağında.
yatağın pencerene çok yakın.
pencerenin yanında küçük kahverengi bir koltuk var.
yatağının yanındaki şifonyerde dünkü tütsünün külleri duruyor.
saçma geliyor ama kokusu da hâlâ orda.
tütsünün yanında bir şiir kitabı var.
attila ilhan olabilir.
bir de balkonun var; ama o yatağın çaprazında kalıyor.
büyük kahverengi bir gardırobun var.
üstünde 10. doğum gününde babanın aldığı büyük pembe ayıcık duruyor.
tozlanmış.
dışarda yağmur var, sağanaktı ama az önce yavaşladı.
penceren ve balkon kapın kapalı, ama perdelerin açık.
krem rengi perdelerin.
içeri loş bir hava girmeye çalışıyor.
aydınlık gibi, lamban yine de yanıyor.
sanırım evde teksin.
saat öğlen 2 suları.
bilgisayarının ışığı yanıyor.
şarj olmuş.
sen battaniyenin altındasın.
battaniyende küçük şekiller var.
ne olduklarını asla çözemedin.
ayakların dışarda.
kalın çorapların var.
bir de pembe patiklerin.
sanırım pentiler.
elinde kalın bir kitap vardı.
oğuz atay olabilir.
okumaktan sıkıldın.
film mi izlesem diye düşünüyorsun.
vazgeçtin.
woody allen olabilirdi.
kahve kokusu var.
yağmur hızlandı.
kulaklığını takıyorsun.
hafif hüzünlü bir şey çalıyor.
eric clapton olabilir.
cep telefonunun ışığı yanıp sönüyor.
önemsemiyorsun.
yağmur damlaları pencerene vuruyor.
battaniyeni üstünden çekiyorsun.
gri yün bir kazak giyiyorsun.
bunu giydiğini unutmuşsun.
pencerenin yanındaki kahverengi koltuğa oturuyorsun.
topuzunu açıyorsun.
burnuna şampuanının kokusu geliyor.
tokanı bileğine takıyorsun.
bağdaş kurdun.
dışarda yağmurdan kaçan insanlar var.
sarı bir şemsiye takılıyor gözüne.
gülümsedin.
sol kulaklığın kulağından düştü.
tedirgin oldun.
cep telefonunun ışığı tekrar yandı.
önemsememekte kararlısın.
yağmur doluya çeviriyor.
dışarda kimse kalmadı.
sokağın karşısındaki küçük cafede insanlar sohbet ediyor.
yeni yılda hediye alacak mıyım diye düşünüyorsun.
birden çok anlamsız geliyor.
elini şifonyerdeki yeşil kupana götürüyorsun.
üzerinde çam ağacı ve noel baba var.
kahven soğumuş.
yine de içiyorsun.
şarkın değişti.
phil collins çalmaya başlıyor olabilir.
ren geyiklerini ve erkek çocuklarını çok sevdiğini düşünüyorsun.
ren geyikleri sevilecek bir şey mi bilmiyorsun.
bunun yerine şarkıya eşlik etmeye başlıyorsun.
mutfaktan tıkırtılar geliyor.
evde tek değilmişsin.
pembe patiklerine bakıyorsun.
üzerinde kalpler var.
kalbinin bunlara benzemediğine eminsin.
üşümeye başladın.
yatağının seni çağırdığını düşünüyorsun.
koltuğundan kalkarken gözün kitaplığının yanındaki yeşil çerçeveli tabloya takılıyor.
bir nilüferin üstünde oturan sarışın beyaz kanatlı kızın yerine koyuyorsun kendini.
suda yansımanı görüyorsun.
küçükkenki kadar mutlu değilsin yine de.
çoğu kez kendini anlamıyorsun.
kendini hiç tanımıyorsun.
ama günün birinde stratosferden dünyaya atlamayacağını biliyorsun.
bir gün gardırobunun üstünü düzenleyeceksin.
karmaya inanmıyorsun.
ve amerika'da yaşıyor olsaydın,
noel baba'ya da inanmazdın.
cep telefonunun ışığı yanmaya devam ediyor.
ona asla bakmayacaksın.
belki diyorsun,
woody allen iyi gelebilir.
yeni yıla birkaç gün kalmış.
günlerden cumartesi.
odandasın. yatağında.
yatağın pencerene çok yakın.
pencerenin yanında küçük kahverengi bir koltuk var.
yatağının yanındaki şifonyerde dünkü tütsünün külleri duruyor.
saçma geliyor ama kokusu da hâlâ orda.
tütsünün yanında bir şiir kitabı var.
attila ilhan olabilir.
bir de balkonun var; ama o yatağın çaprazında kalıyor.
büyük kahverengi bir gardırobun var.
üstünde 10. doğum gününde babanın aldığı büyük pembe ayıcık duruyor.
tozlanmış.
dışarda yağmur var, sağanaktı ama az önce yavaşladı.
penceren ve balkon kapın kapalı, ama perdelerin açık.
krem rengi perdelerin.
içeri loş bir hava girmeye çalışıyor.
aydınlık gibi, lamban yine de yanıyor.
sanırım evde teksin.
saat öğlen 2 suları.
bilgisayarının ışığı yanıyor.
şarj olmuş.
sen battaniyenin altındasın.
battaniyende küçük şekiller var.
ne olduklarını asla çözemedin.
ayakların dışarda.
kalın çorapların var.
bir de pembe patiklerin.
sanırım pentiler.
elinde kalın bir kitap vardı.
oğuz atay olabilir.
okumaktan sıkıldın.
film mi izlesem diye düşünüyorsun.
vazgeçtin.
woody allen olabilirdi.
kahve kokusu var.
yağmur hızlandı.
kulaklığını takıyorsun.
hafif hüzünlü bir şey çalıyor.
eric clapton olabilir.
cep telefonunun ışığı yanıp sönüyor.
önemsemiyorsun.
yağmur damlaları pencerene vuruyor.
battaniyeni üstünden çekiyorsun.
gri yün bir kazak giyiyorsun.
bunu giydiğini unutmuşsun.
pencerenin yanındaki kahverengi koltuğa oturuyorsun.
topuzunu açıyorsun.
burnuna şampuanının kokusu geliyor.
tokanı bileğine takıyorsun.
bağdaş kurdun.
dışarda yağmurdan kaçan insanlar var.
sarı bir şemsiye takılıyor gözüne.
gülümsedin.
sol kulaklığın kulağından düştü.
tedirgin oldun.
cep telefonunun ışığı tekrar yandı.
önemsememekte kararlısın.
yağmur doluya çeviriyor.
dışarda kimse kalmadı.
sokağın karşısındaki küçük cafede insanlar sohbet ediyor.
yeni yılda hediye alacak mıyım diye düşünüyorsun.
birden çok anlamsız geliyor.
elini şifonyerdeki yeşil kupana götürüyorsun.
üzerinde çam ağacı ve noel baba var.
kahven soğumuş.
yine de içiyorsun.
şarkın değişti.
phil collins çalmaya başlıyor olabilir.
ren geyiklerini ve erkek çocuklarını çok sevdiğini düşünüyorsun.
ren geyikleri sevilecek bir şey mi bilmiyorsun.
bunun yerine şarkıya eşlik etmeye başlıyorsun.
mutfaktan tıkırtılar geliyor.
evde tek değilmişsin.
pembe patiklerine bakıyorsun.
üzerinde kalpler var.
kalbinin bunlara benzemediğine eminsin.
üşümeye başladın.
yatağının seni çağırdığını düşünüyorsun.
koltuğundan kalkarken gözün kitaplığının yanındaki yeşil çerçeveli tabloya takılıyor.
bir nilüferin üstünde oturan sarışın beyaz kanatlı kızın yerine koyuyorsun kendini.
suda yansımanı görüyorsun.
küçükkenki kadar mutlu değilsin yine de.
çoğu kez kendini anlamıyorsun.
kendini hiç tanımıyorsun.
ama günün birinde stratosferden dünyaya atlamayacağını biliyorsun.
bir gün gardırobunun üstünü düzenleyeceksin.
karmaya inanmıyorsun.
ve amerika'da yaşıyor olsaydın,
noel baba'ya da inanmazdın.
cep telefonunun ışığı yanmaya devam ediyor.
ona asla bakmayacaksın.
belki diyorsun,
woody allen iyi gelebilir.
7 Eki 2012
yine daldan dala atlayınca başlık bulmak zorlaştı -.-
Şarkımız bu.
Hayatım son günlerde anlamsızca güzel. Hafta içleri 9 saat okul + haftada 4 gün dershane + kamplar + ek dersler + boş zamanlarda çözülen testler filan derken hayatımın bok gibi olması gerekiyor; ama gelin görün ki ben çok mutluyum.
Evet, o bir toka. Daha öncesinde de kopan telimi bantlamaya kalkmıştım ama o sadece işin esprisiydi.
Üniversite hayatı beni çok korkutuyor. Çaktırmamaya çalışıyorum.
aforizmalar
Hayatım son günlerde anlamsızca güzel. Hafta içleri 9 saat okul + haftada 4 gün dershane + kamplar + ek dersler + boş zamanlarda çözülen testler filan derken hayatımın bok gibi olması gerekiyor; ama gelin görün ki ben çok mutluyum.
Cumartesi sabaha karşı öyle bir gök gürültüsüyle uyandık ki hepimiz, o birkaç dakika boyunca Adana'da uyumaya devam edebilen insanların olmadığına inanıyorum. Sonbaharın ilk yağmuruydu, ilk sağanağıydı ya da. Eylüle hoşgeldin diyememiştim; ama ekim tam zamanında geldi. Çok da mutlu etti beni. Gök gürültüleri azıcık korkutucuydu gerçi, sıçrayarak uyandım çünkü; ama sabahki o toprak kokusu her şeyi unutturabilirdi. Hem, hazırlıksız yakalanmayalım diye ışık hızı ses hızından daha büyük değil miydi? Bugün coğrafya dersinden önce de bir anda bastırdı yağmur, pencereden yağmurun sesini dinlemek öyle iyi hissettirdi ki. Hâlâ anlamıyorum insanların yağmuru neden sevmediğini. Sonra güneş açtı, acaba gökkuşağı da var mıydı? Yerler hemen kurudu, çünkü her ne kadar ekim de olsa, burası Adana'ydı.
*
Kemana ara vermek yaptığım en gerzekçe şeymiş. Şimdi ne kadar çalışırsam çalışayım yetişemeyecekmişim gibi geliyor. Ayrıca yastığımın vidası kaybolmuş ve ben yeni yastık alana kadar kendimce yöntemlerle yastığımı işlevsel hale getirmeye karar verdim. Aşağıdaki fotoğrafta embesilliğimin boyutlarını görebilirsiniz:
Ben vibrato yapmayı öğrenene kadar ailem başta olmak üzere tüm apartman halkı acı çekecek gibi görünüyor. Umarım çok uzun sürmez -.- Boynumun acısına ve sol parmak uçlarımın kırmızılığına da alışmam gerekecek. Birazcık fedakarlık gerektiren bir süreç olacak sanırım, sınav yılımın başında neden böyle bir istek geldiği konusunda da yanıtsızım. Sosyal olmak ve kendimce aktivitelerde bulunmak için yanlış bir dönem belki; üstesinden gelmeye çalışacağım. Öğlen dershaneden geldiğimden beri hiç ders çalışmamış olmam birazcık vicdan azabı duymama neden olsa da, yarın ilk iki dersin fizik olduğunu hatırlayıp kendimce teselli oluyorum. 12. sınıf fiziği demek, benim için arka sırada oturup test çözmek demek çünkü. Sanırım bunun için Sevda Hoca'ya da bir teşekkür etmem gerekiyor. Neyse. Konu dağıldı baya. Gidip maç izlemek varken neden odama tıkıldığımı hiç bilmiyorum.
*
Yazının başında mutluluk filan diyordum değil mi? Bugün hava öylesine film+kahve kokuyordu ki, bütün kış böyle geçerse nasıl ders çalışabileceğimi bilmiyorum. Film izlemeyeli aylar, kitap okumayalı da haftalar oldu. Mutfaktan karnabahar kokusu geliyor. Kate Walsh 'un dünyadaki en güzel kadınlardan biri olduğuna inanıyorum. Ayrıca artık dizi izlemeyi tamamen bırakmanın bana ekstra zaman sağlayacağını ve bu zamana gerçekten ihtiyacım olduğunu düşünüyorum. Gelin görün ki birazdan yine oturup Grey's Anatomy izleyeceğim.
*
*
Okulda edebiyat derslerinde şiir dinleyerek test çözüyoruz, bazen dalıyorum ve o ders öyle geçiyor. Çünkü Müşfik Kenter telefon rehberi bile okusaymış oturup dertlenirmişsin. Bir an çok mantıklı gelmişti. Sonra düşündüm ve hâlâ mantıklıydı. Bu da böyle bir şey.
*
*
4 Eki 2012
"If everyone demanded peace instead of another television set, then there'd be peace."
Yüzyıllar boyunca yaşanmış din-ırk temalı sayısız savaşı sadistlik çizgileri içinde seven, iş kendi tarihine gelince her türlü pisliği reddeden, bıraksanız günlerce 'bakın biz nasıl denize dökmüşüz Yunanlıları' replikleriyle amaçsızca övünebilecek olan ve bugün hâlâ müzelerindeki bilmem kimin kullandığı kılıcın boyutunu merak eden insanların ve aklımız daha ermeye bile başlamamışken bize bilmem kaç yılında, bilmem kaç kişiyle, bilmem ne taktiğiyle kimlerle savaştığımızı narsistçe anlatan o diğer insanların bugün gelip de 'SAVAŞA HAYIR' diye haykırması o kadar tutarsız ki.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)
