27 Mar 2014

biliyor musun/gitgide yaralanıyoruz/şurdan burdan

Alakasız şarkıları severim.

Bir şeyleri sorgulamadan yaşamak güzel olurdu, sorgulanmadıkça daha çok can yakmasaydı bazı şeyler. Veya yaksaydı da her gün canını, hep ama, hiç durmadan içinde kopmaya devam etseydi fırtınalar; ve sen bilseydin ki tüm bunlar o sorgulanmadan hayatının içinde yer eden saçma kavramların işi... Huzurla nefes alabilir miydin bugün de, şu an da? 

Kıskanıyorum seni güzel insan. Vurdumduymazlığını kıskanıyorum. Etrafında olan bitene kayıtsızlığını kıskanıyorum. Ben düşündükçe, kafa yordukça, beynimi patlatırcasına meşru sebepler koymaya çalıştıkça ortaya; sen karşımda dans ediyorsun ve ben seni kıskanıyorum. Kafamı duvarlara çarpmak, hiç durmadan koşmak, hıçkırıklarla ağlamak, susmamak istiyorum; sen karşımda gülümseyen pozlar veriyorsun, kahkahalar atıyor ve tatmin oluyorsun. Huzurlusun, mutlusun, tamamsın. Ben seni kıskanıyorum ve tüm bunlar için kendime küfrediyorum. 

Kafatasımın içinde bir yerler acıyor. Bilmiyorum ki zaman nasıl böyle çabuk geçiyor. Bilmiyorum ki arkamızda kalan günler nereye gidiyor. Onlar da yaşasın, tatsın, içinde kaybolsun diye fakir çocuklara mı veriliyor benim geçmişim? Bunu da kıskanırım işte ben. Paylaşamam yaşamımı kimseyle. İçinde yer etmeyen kimseye ödünç veremem günlerimi. Ya kıymet bilmezlerse? Ya benim taptığım saniyelerin önemini fark etmez de gelişine yaşamaya kalkarlarsa? Saniyelerim kimselerin elinde kirlenmesin istiyorum. Oysa yazarak her gün, her gün, her gün kelimeleri kirletiyorum. Bazen biraz bencil bir çocuk oluyorum ve her güzel şey, en azından sahip olduklarım, hep benim olsun istiyorum. Diğer türlü çünkü... Bilmiyorum. 

Değişim kavramını iliklerime kadar hissederken bugünlerde, bir de eski'm gitmesin istiyorum. Bazen her şey gidiyor çünkü ve bana tanıdık gelen tek şey geçmişim oluyor. Özellikle değiştiğimi bu kadar sezinlerken, o kadar da değişmediğimi kanıtlamak için kendime ve biraz da rahatlatmak için kalbimi, 'Hayır!' diyorum. 'Değişmedin ki sen, bak eski günlerin hâlâ orada! Bak, bak!' Gülümsüyorum, kendime kendimi inandırmak için. Buralarda geçmişle bağımı koparmamak için ara sıra yaptığım gibi, çekmecemden günlüğümü çıkarıyor ve birkaç yıl öncesinden bir şeyler okumaya, o günü aynen hatırlamaya çalışmaya başlıyorum. Çok aşağılıkça bu yaptığım biliyorum, kendimi kandırmaya çalışıyorum ama- Bir yandan da o günü aynen hatırlamaya çalışma işlevimi layıkıyla yerine getirdiğimi fark ediyorum. Sahi, geçmiş ne kadar uzaklaşmış olabilir ki ben her şeyi böylesine bugün yaşıyormuş gibi hatırlamaya, içimde bir yerlerde hissetmeye devam ederken? Dilerim geçmişim fakir çocukların bugünü değildir. Geçmişimin geçmiş olmaması için dua etmekle geçiyor ömrüm. Ve bugün hep geçiyor, geçmiş hep geçiyor. Geçen geçmişin yerine yenisi geliyor ve bir zamanlar sevilmeyen bugünler geçince özlenmeye başlanıyor. Bir şeyler hep arkada kalıyor ve aklım bana çocukların dünlerimi benden çaldığı yönünde yalanlar söylüyor. 

Bir şeylere bağlı yaşamak çok zor, bilemezsin güzel insan. Çünkü ben burada konuşuyorum, kendimi bir sonuca varamayacağımı bile bile anlatma derdine giriyorum; lakin sen karşımda yarınlara odaklanmış, güzel düşler kurarak uyuyorsun. Ben hep bir yerlerde takılı kalırken senin yarınlardan ümitli olmanı deli gibi kıskanıyorum. Deli gibi gülebilmeni de kıskanıyorum ayrıca. Deli gibi gülmek deyiminin varlığını hiç sorgulamadığın için senden nefret de ediyorum. Bunca iğrenç şey olurken ben bir anlığına düşünmeyi bırakıyor ve seni çok seviyorum insan. Yani kastettiğim şey biraz da savaşlar, ölümler, vicdansızlıklar tabii; ama asıl anlatmak istediğim şey hayatın kendisinin şuursuzca sorgulanmaya açık oluşu ve senin bundan uzak yaşayabilmen. Ah, inan bazen ne hissettiğimi bile bilmiyorum; fakat sen iyisin ve bu fena halde canımı sıkıyor. 

Yıllar önce kalemimden çıktığını bildiğim o sözcükleri sonradan okuyarak kendime en büyük eziyeti yapıyorum zaten; ne bekliyorum ki? Yılların beni ve hayatımı ve düşüncelerimi ve hayallerimi ve doğal olarak yarınlarımı bu kadar değiştirebilmiş olmasını kabullenemiyorum. Değişmeyen şeyler var oysa dünlerim gibi ama onlara da ulaşamıyorum. Son birkaç aydır hayatımın bu kadar değişmiş olduğuna inanma evresini çok yeni atlatmışken ben, kendi değişmezliğimden o kadar eminim ki bu yeni beni tanımakta, daha doğrusu kabullenmekte sıkıntılar yaşıyorum. Değişimden ziyade değiştiğimi kabullenmekten korkuyorum. 

'Sadece aptallar ve ölüler düşüncelerini hiç değiştirmezler' diye bir söz vardı ve ben kendimi görüyordum o cümlenin içinde bir yerde. Düşüncelerim bulutlara benziyor; ben bakarken orada kalıyor, bakmayı bırakınca kaçıp gidiyorlar ve ben bugün düşündüğümün tam tersini düşünüyorum yarın. Bir de 'Değişmek isteyen insan kişiliğini oturtamamış aciz insandır' diyorum son zamanlarda. 'Kendi paradokslarımı meşrulaştırmak' diye başlamak istemiyorum cümleme, çünkü öyle klişeleşti ki savunmalarım, sıkıldım kendimden. Değişim, değişim, değişim diye kendi kendimi yiyip bitiriyorum, her şeyi dert belliyorum kendimce. Hiçbir şey doğal akışında değil, her şeye müdahale etmeyi kendime görev ediniyorum. 

Bir şey soracağım sana: Eski halini hiç düşünmüyorsun değil mi? On yıl önceki seni mesela, on ay önceki seni, hatta on gün önceki seni? İrdelemeden, fark etmeden, gözünle görmediğine inanmadan yaşıyorsun ya, düşünmüyorsun ya hani... En çok da bu yüzden, hırsla kıskanıyorum seni. Senin gibi olamadığım için zarar vermek istiyorum sana kimi zaman. Sonra yine 'değiştim ben' düşünceleri, 'kim bu içimdeki, kim?' soruları... Yanıt verilemeyen onca soru işareti... 

Aklıma şu geliyor sonra, hep düşündüğüm, hiç dile getiremediğim başka bir düşünce: şu hayatta sorgulaması en yürek isteyen şeyler aidiyet ve yeterlilik kavramları. Olmaz ya, yeterince güçlü olursam bir gün, kendimi kabullenirsem yani daha doğrusu hayatı, gün gelir de o cesareti bulursam, ait olduğum yerden kopacak cesareti yani... O gün daha mutlu bir insan olacağım ve sen beni kıskanmaya başlayacaksın güzel insan. Çünkü o gün tüm çocukluk hayallerinin peşinden koşacak olgunlukta bir Nazlı olacağım. Uzun zaman sonra kendimi yettiğime inandıracağım, eksik olan çok şey olmayacak; olsa da onları bulacak ve suratlarına tükürecek, 'Sizsiz de yaşayabilirim!' diye bağıracağım. Hayal kurmak yeniden güzel olacak ve belki hayalleri gerçekleştirmenin, hayallerden daha güzel olabileceğine inanacağım. Ya da muhtemelen buna pek inanmayacağım.

Böyle işte insan. Bugünlerin bir bedeli var elbet, bunca iç ağırlığının bir bedeli var. Boşa değil tüm bu ağır akşamlar.


kanasın varsın
ne varsa biraz kanamalıdır
benim bunca yıldır günlerim
gecelerim kanadı