Bütün günüm dışarı çıkmak için vücuduma basınç uygulayan yazma isteğimi dizginleyerek geçti ve böyle böyle saat gece yarısını buldu. Şimdi son günlerimi geçirdiğimi bildiğim yurt odamda bilgisayarımın başında yükümden nasıl kurtulsam diye düşünüyorum; lakin ne yapsam, nasıl yazsam da rahatlasam bulamadım. Fizy'nin 'on the road' modu son zamanlarda en çok dinlediğim şey. Oturarak ve genelde arka planda bir şeyler okuyarak dinlediğim için de oldukça ironik gerçi. Sorun şu ki, şu sıralar yaptığım her şey bana bir şeyleri hatırlatıyor, onları özletiyor, sonra hüzünlendiriyor. En basit koku beni yıllarca önceye götürebiliyor, hayatımın o zamanlar daha güzel olduğuna beni ikna edebiliyor (ki değil). Yine özgüven problemleri yaşadığım bir dönemden geçiyorum, galiba yazmak istememe rağmen yazamayışımın en büyük nedeni bu. Asla tatmin olamayacakmışım gibi hisler etrafımda dönüyor. Asla takdir edilmeyeceğim, yaptığım hiçbir şey yeterince özel olmayacak düşünceleri peşimi bırakmıyor. Başkalarının fikirlerine gereğinden fazla önem veren bir insana dönüşüyorum. Ben değişmiyorum ama zaman değiştiriyor. Etrafımdaki değişkenlerden kaynaklanan mecburi bir dönüşüm geçiriyorum. Zamanı bilmiyorum ama mekanı değiştirince çözülecek mesela, bunu biliyorum. Bazen kendimden sıkılıyorum, şu an da o 'bazen'lerden birisi. Yazmayı bırakıp okumalı, saygı beklemekten ziyade saygı duymayı denemeliyim şu an. Hayatın bana en azından ekşi limonlar sunmaya devam etmesi için kendimle barışabilmem gerekiyor. Çünkü evet, hayat bazen ekşi limonlar bile sunmuyor.
31 Mayıs oldu bile. Geçen yıl bu zamanlar ne yapıyordum hatırlamıyorum, ama yarın bu saatlerde 'geçen yıl bu an ne yaptığımı çok iyi hatırlıyorum' diyebileceğim.
İnsan özlüyor. Hep.