Önümüzdeki bir hafta içinde yazacak tonlarca şey birikecek. Ertelemesen iyi edersin çünkü yaşanmışlıklar hep değerli. Bazıları daha değerli ve fikirlerden öte hayatlar barındırıyor içinde. Yaz!
Esasında, kendime o notu yazarken işbu girdiyi bol sohbetli, bol aktarımlı, bol fotoğraflı bir gezi yazısı olarak hayal ediyordum. Filmimden feragat ederek üzerinde uğraştığım henüz başlıksız yazı ise hayalperest Nazlı'nın beklentilerini pek de karşılamayarak -muhtemelen vasat- gezi yazımsı bir şey olacak.
Neyse efendim. Çok da enteresan olmayan, beklentilerin dışına pek çıkmayan, planlı bir Atina gezisi yaptık. Nottaki 'ÇOK İLGİNÇ ŞEYLER YAŞIYOSUN MUTLAKA ANLAT!!!!!11!!' sansasyonunu yaratma nedenim, otele gitmek için bindiğimiz taksideki şoför amcaydı. Kendisi -Stelyo amca- 5 dakikalık yol boyunca bize 5 günde Atina'da yapmamız gereken her şeyi ayrıntısıyla anlattı, geçtiğimiz yollardaki önemli her yapı hakkında bilgi verdi, yemekler ve lokantalar için önerilerde bulundu. Otele varınca taksiden kendisi de inip valizlerimizi tek tek lobiye taşıdı. Sonra yanımıza gelip '25 yıl önce annem -artık yaşamıyor- sizin ülkenize gelmiş. Orada insanlar ona çok yardım etmiş, koluna girip karşıdan karşıya geçirmişler. Sizin insanlarınıza bu yüzden çok saygı duyuyorum, teşekkür ederim.' deyip ağlamaya başladı. Böyle anlatınca pek bir esprisi kaldı mı bilmiyorum. Duyguları anlatmakta yeterince başarılı olmayabilirim. Ama şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki bazen insanın dili tutuluyormuş. Söyleyebileceğim çok şey vardı eminim; ama hiçbir şey diyemedim. Ağzımdan çıkamayan her kelime için Türkiye'de her taksiye binişimde fütursuzca çalınan kornaları, şoförün yolu uzatmak için girdiği zorlu çabaları düşündüm uzun süre. Değil karşısındaki turistle sohbet edecek ortak noktalar üretebilmek, bizim ülkemizde muhtemelen taksi şoförleri yolcuyu Yunan diye araçlarına almazlardı. En azından öyle bir şansları olsaydı kullanırlardı, vallahi bakın.
Ay gezi yazısı nasıl yazılır bilmiyorum, kusura bakmayın. Beklediğimden de kötü ilerliyorum -_- Gelsin çok biliyorsa 13 gün önceki Nazlı yazsın! Neyse. Atina'da insanlar çok sıcakkanlı. Yunanistan'a ikinci gidişimdi, ilkinde de aynı duygularla dönmüştüm eve. Çok klişe ama evet biz kardeşiz, politika kötü birisi. Atina'nın 4 milyon nüfusu var. Ülkenin en büyük şehri. İzmir'den büyük, Adana'nın 2 katı, İstanbul'la kıyaslayamıyorum. Havaalanına indiğimiz andan feribotla Sakız Adası'na geçtiğimiz an arasındaki 5 günlük süre boyunca hiç korna sesi duymadığımı, yürüdüğümüz yollarda tek bir çöp parçası ve 4'ten yüksek katlı ev görmediğimi üzülerek belirtiyorum. Üzülerek diyorum çünkü insanca yaşamın senden uzakta bir yerlerde var olduğunu bilmek bence üzücü. Gidip Atina'ya yerleşesim var mı? Var. (Yerleşebildim mi? Hayır. -2030'daki Nazlı.) Şehrin 4 milyon nüfusu olduğunu söyledim; ama inanın yollarda araba yok. İnsanlar toplu taşıma falan kullanıyorlar. Yahu 2 milyonluk Adana beni yorgunluktan perişan ediyorken, 4 milyonluk Atina resmen huzur veriyordu.
Burası Syntagma Meydanı. Bizdeki Taksim bir nevi. Arkadaki bina Parlamento Binası. Başında devamlı askerlerin durduğu, şu -mutlaka biliyorsunuzdur- nöbet değişimlerinin yapıldığı.
Ermou Caddesi. Syntagma'nın aşağısı. İstiklal Caddesi'ne pek çok yönden benziyor. Ama daha az insan, daha çok yeşillik barındırıyor. Küçük ağaçları bakımından İstiklal'in 2000'li yıllarının başına benzetebiliriz belki. Gördüğünüz gibi cadde daha dar ama insanlar balık istifi değil :)
Şortla dolaşan iki kız görüp 'Ben bununla İstiklal'de dolaşsam var ya ooohooo' diye iyice nefret kusunca babam garip bir bakış attı ve 'Abartma sen de İstiklal'i de harcama bari' dedi.
Evet abarttım. Giyin şortunuzu annem şaka.
Kriz falan.
Şehrin her bir tarafına kazınmış ve bir bakıma sembolü olmuş slogan ve yazılar bana samimi bir ortamdaymışım hissi veriyor vallahi. Başkalarını bilemem.
Burası Panathinaiko Stadyumu. 1896 Olimpiyatları'nın yapıldığı stadyum.
2004'te de okçuluk müsabakaları ve maratonun bitişinde kullanılmış.
Üst tribünlerden Akropolis manzarası.
40 derece sıcağın altında koşan abilerimiz :(
Temple of Zeus. Hihi.
Milli kütüphaneleri böyleymiş. Türkiye'dekini gezip görmüşlüğüm yok şahsen. Dürüst olacaksak yani.
Ermou boyunca aşağıya doğru yürüyünce Monastiraki'ye çıkıyoruz. Şehrin bir başka başlıca meydanı. Ve Atina'da bu kadar insanı ilk defa bir arada görüyoruz. Baya kalabalık.
Meşhur Parthenon.
Akropolis insan seli. Atina bu sıcakta bile turizmden acayip gelir elde ediyor gibi.
Akropolis'ten Atina manzarası. Şehir ayaklarınızın altında.
Akropolis'ten Zeus tapınağı.
Fena sıkıldım. Taşlar güzel.
Atina seyahatimiz 5 günün ardından, Atina'ya 20 dakika metro mesafesi bulunan Piraeus liman şehrinden bindiğimiz feribotla Sakız Adası'na yolculuğa başlamamızla son buluyor. Kendisi ilk feribot yolculuğumdu. Denizi ve yanlarından geçip gittiğimiz adaları izlerken yaklaşık 7 saat sürdü. Bir ara içeri girip Yunanca alt yazılı Friends izledim. Bu da ilk Friends izleyişimdi valla. Hala HIMYM'ciyim :(
Piraeus diye yazılan (aslında Yunancası çok şeker de kim bulacak şimdi amaan) Türkçe Pire diye okunan liman şehri. En azından biz öyle okuduk. Feribottan çektim.
Gidiyoruz. Atina'ya 5 günde alışmıştım yahu.
Sakız'ın yerlileri hakikaten bizim sahil kasabasında yaşayan teyzeler-amcalar gibi. Zaten kim Yunan, kim Türk bir bakışta anlamak çok zor. Dış görünüşler benzediği gibi, kültürler ve tavırlar da çok benziyor. Sakız'dan değil, genel anlamda Yunan insanından bahsediyorum. Sakız, yani Chios ise insanların belki bir tık daha samimi olduğu bir yer. 50-55 bin nüfusa sahip. 9 tane köy ve birbirinden güzel sahiller barındırıyor içerisinde. Genç nüfus ise günden güne azalıyormuş doğal olarak. Ana karanın oldukça doğusunda kaldığı için turizmden pek nasibini alamıyor. Ama insanlar Çeşme'den günübirlik gezmeye geliyorlar.
Atina'da ortaya attığımız 'Galiba herkes az çok İngilizce biliyor' hipotezi Sakız'da biraz çöküntüye uğruyor. Zira dediğim gibi, konumundan dolayı pek turist çeken bir yer değil burası. Ama sokakta yürüyen insandan esnafa kadar herkes birkaç kelime de olsa Türkçe biliyor. Gerçi bu durum Yunanistan'ın neredeyse her yerinde böyle. Selanik'te de böyleydi, Kavala'da da, Atina'da da. Ama Sakız'da resmen hiç İngilizce konuşmadan, yarı Yunanca yarı Türkçe yerli halkla konuşmak mümkündü. Mastik aldığımız bir esnafa (sakıza mastik diyorlar) çıkarken 'efharisto poli' dedim mesela, o da gayet düzgün bir aksanla 'teşekkürler' diye karşılık verdi. Ay enternasyonalizm çok güzel bişey <3
Bu da kaldığımız sokaktaki bakkaldan. Hiç İngilizce bilmiyordu ama bizim Yunanca sözlüğümüz vardı. Hehe.
Yahu benim uyku saatim geçiyor :( Anlatmam gereken dolu şey vardır eminim; ama şu an aklıma gelenler yalnızca bunlar. Tatilimin bitmesine 3 hafta falan kaldı. İstanbul'a gidiş biletimi de bugün aldım. Dersler, sorumluluk, evden ayrılmak falan bir yana da; mevsim değişikliği beni biraz korkutuyor. Hayatımda ilk defa havalar hiç soğumasın istiyor olabilirim. Bence sıcak güzel.
Bu arada bu yazın en güzel haberi Kelime Oyunu'nun tekrar başlıyor olması! 1 Eylül'de Fox'ta, üstelik Kardeş Payı ekibiyle. Ay resmen kendiliğinden gelen mutluluk. Ha bir de 30 Ağustos'ta yanılmıyorsam basketbol maçları başlıyor. Sonbaharı seviyorum evet ama böyle eylüller daha bir güzel oluyor. Evin tadını çıkarmaya bakıyorum, öz-liy-cem -.-
Katlandıysanız teşekkür :)
