31 Ara 2015

yeni bir yıl

Selamlar.

2015'in son yayınını girmek zorunda hissettim kendimi. Günlerdir derslerden başımı kaldırıp odamda istediğim gibi vakit geçiremiyorum çünkü. Akşam çıkmak için hazırlanmaya başlamama yaklaşık bir buçuk saat var. Ben de yılın son gününü final yoğunluğunu düşünerek geçirmeme kararı aldığımdan bari yeni yılla ilgili bir şeyler dileyeyim istedim. Gerçi yeni yıllardan bir şeyler dilenmez, kendimi daha çok tanıdığım ve iyi şeyler yapmakla övündüğüm bir yıl olsun istiyorum.

Aralık ve ocak, yılın en sevdiğim zamanlarından. Hiçbir ay bir nisan kadar mutluluk verici olamaz gerçi; ama şu zamanlarda da sokakların canlılığını, renkliliğini çok seviyorum. Üstelik kar yağıyor! Hayatımın dördüncü karı falan sanırım. Ama yeni yıla ilk defa beyazlar içinde gireceğim. Önümde atlatmam gereken bir final dönemi olmasa zevkten dört köşe olurdum eminim ki.

Neyse. Bu yıl -artık- İspanyolca öğrenmeye başlamam gerekiyor. Yarıyıl tatilimin büyük bir kısmını buna adayacağım sanırım. Kitap, film ve dizi listeme uzunca bir göz atmam, şöyle aralarından bir kısmını seçmem gerekiyor. Eve döndüğümde listemi de paylaşırım, söz.

Şimdi bakınca, 2015, ciddi geçişlerimin olduğu bir yılmış gibi geliyor. Hem ruhsal hem bedensel anlamda. Yani, hem hayatım boyunca istediğim/hayalini kurduğum birçok şeyi gerçekleştirme şansı elde ettim, hem de hayat düzenimi bir nevi değiştirmeye çalıştım. Uzun zamandır düzenli spor yapmaya çalışıyorum mesela, daha planlı yaşıyorum, etrafımda beni huzursuz eden ve kendimden ödün vermeme sebep olan insanları barındırmamaya çalışıyorum. Küçüklüğümden beri hayran olduğum bir insandan geleceğime dair ümitli cümleler duyuyorum mesela bir keresinde, üzerine birkaç defa sarılma şansı yakalıyorum. O etkilenmiş bakışları unutamıyorum, hayatım boyunca da yaptığım her işle hatırlayacağım. Bazı özel anlar var ki, kimseyle paylaşılmaya kıyılamıyor. İyi ki yaşıyorum, iyi ki hissediyorum dedirtiyor. 2015, bunlardan bolca barındıran bir yıldı. Emeği geçen, etkisi olan herkese ne kadar teşekkür etsem az.

Kasım seçimlerinden beri eve gitmedim. Sanırım İstanbul'a geldiğimden beri evden bu kadar uzun süre uzakta kaldığım olmamıştı. Çok özlüyorum. Ailemi, akrabalarımı, görüşemediğim arkadaşlarımı, eski ve bildik günlerimi çok özlüyorum. Bir yandan da İstanbul'un bana yabancı gelmemeye başlamasını seviyorum. Yani, korkutucu bir sevmek biraz. Kendimi az çok tanıdığımı düşündüğümden, hiçbir zaman buraya ait hissetmeyeceğimi bilmek beni rahatlatıyor. Zamanın, insanı değişmeye zorlaması kadar çaresiz hissettiren bir şey yok. Değiştiğini, büyüdüğünü görmek ve elinden bir şeyin gelmemesi felaket. Sihirli Annem Yılbaşı Özel bölümü izlemediğim, sıcacık salonumuzda kalabalık ailemin muhabbetlerine ortak olmaya çalışmadığım bir yılbaşı akşamı asla yeterince huzurlu olmayacak sanki. Yine de bugün, yarın, daha sonrasında yanımda olacak güzel dostlarımın olduğunu bilmek harika. Hepinizi çok seviyorum, vallahi çok seviyorum.

Yeni yıldan, ve beraberinde gelecek olan 21. yaşımdan, elle tutulur şeyler yaptığım bir yıl olarak bahsetmek istiyorum ilerde. Ah, güzel şeyler yapabilmeyi ne çok istiyorum! Sevdiklerimizin varlığını hep hissettiğimiz, sağlık, mutluluk ve huzur dolu, iyi haberler almaya hasret kalmadığımız nefis bir yıl olsun. İyi seneler.

Not: Hayatıma bu yaz giren, içindeki emek ve özverisiyle beni güzel işler yapmaya teşvik eden, hatta son dört aydır bir parçam haline gelen ismini söylemeyeceğim o işe de defalarca teşekkür :)

4 Ara 2015

utanç kırmızısı

Selam. Gece 3. İçimden zorla çıkmaya çalışan kelimelere yenik düşüyorum. Eskiden olsa yatar uyurdum. Ama son zamanlarda o kadar değişik hissediyorum ki, bazı duyguları içimde biriktirmeye devam edersem kendime zarar verecekmişim gibi geliyor. O nedenle bu akşam ciddi bir rest çektim, hatta sözler verdim kendime. Zaman geçiyor, öyle romantik anlamıyla falan da değil. Zaman sıradan bizlerin farkına varamayacağı ölçüde çabuk geçiyor ve ben hayal kurmak dışında hiçbir bok yapmıyorum.

21 yaşımı bitirmeme bir ay kaldı. 21 ulan, 21! İlkokul üçüncü sınıftayken yeni bir ingilizce öğretmenim olmuştu, uzun yıllar da en sevdiklerim diye tabir ettiklerimden biri olarak kaldı. Yıllardır görmedim, şimdi görsem gider kocaman sarılırım falan. Neyse. O, 21 yaşındaydı o zamanlar. Yani 21, büyük bir yaştı, kocaman bir şeydi. Ben 8 yaşındaydım. 8 de küçük değildi üstelik.

Hayatımın en travmatik zamanlarından birisi 18'ime bastığım gündü. Reşit olmak nasıl korkunç bir şeydi anlatamazdım. İlerde beni bekleyen güzel günlerin varlığına olan inancım sıfıra yakındı. En güzel zamanlarım hep gerilerde kalmıştı. 4 mesela, en çok özlediğim yaşımdı. Hatırlamıyorumdur bile, belki de en huzur verici kısmı da orasıdır, bilmiyorum. Şimdi böyle düşünmüyorum. 4 yaşıma dönmek istemem mesela. 16'ıma dönmeyi belki isteyebilirim. O zaman ideallerimin kendiliğinden gerçekleşeceğine inanıyordum. Yanlış anlaşılmasın, çalışmayı çok seviyorum. Ama bazen çalışmak da başarı getirmiyor işte, o mutluluk bambaşka yerlerde saklı ve ben onu arayacak gücü kendimde bulamıyorum.

Bugün önümde yine güzel günler yok, çünkü yaratmak için hiçbir çaba sarf etmiyorum. Kendimi görmek istediğim bir yer var, varmış yani. Bugünlerde farkına varıyorum. Çocukluğumdan beri kendimi görmek istediğim bir yer var aslında, bazen itiraf edebiliyorum bazen edemiyorum. Son zamanlarda içine düştüğüm korkunç ve karanlık varoluş bunalımının nedeniyse, öyle zannediyorum ki, olmak istediğim ben'e ulaşabilmem için çoktan harekete geçmiş olmam gerektiği. Oysa ben yerimde sayıyorum. Devamlı ama. Hep duruyorum. Çok şey istiyorum, çok hayal kuruyorum ama hiçbir bok yapmıyorum. Kılımı bile kıpırdatmıyorum.

Hayallerin hep hayal olarak kalacak olması, onların kötü birer gerçekliğe dönüşmesinden daha iyidir der dururdum. Öyle değilmiş abi. Hayaller gerçekleşmek için var. Sonucu ne olursa olsun, senin 'ben yapabiliyorum' diye haykırman gerekiyor. Öz saygı ya bu, başka hiçbir şeyi önemli görmesek bile bu tek başına yeterli insanın harekete geçmesi için. Büyüyorum çünkü, büyüyoruz. Benim 3-5 yıl önce büyümek lafları etmem ve bu gerçeklikten olabildiğince uzak durmaya çalışmam abartıdan, laf cambazlığından başka bir şey değilmiş. Bugün büyümek lafları ediyor oluşumun da olayı romantize etmek dışında bir işlevi yoktur belki, bilmiyorum. Söylemeye çalıştığım tek şey, bulunduğum ruh halinin bir şeyler yapmaya başlamam gerektiğini haykırıyor olduğu. Çünkü günlerdir kafamda şöyle düşünceler var: mesela hayatım boyunca kimse benimle gurur duymayacak, kimse hayali başarım karşısında gururdan ağlamayacak, çünkü ben asla gerçek anlamda iyi işler yapamayacağım. Tatmin olamayacağım, ölene kadar da kendimi hayalleri olan ama başaracak yeteneği/gücü olmayan vasıfsız biri diye nitelemekten çekinmeyeceğim.

Bu yüzden yine söyleyebilirim ki, çocuk kalsaydım da ilerde iyi yerlere geleceğim hayallerini kurup dursaydım. O zamanlar her şey daha masum, daha gerçekçiydi. Yetişkinlerin dünyasına ise mutsuzluk ve inançsızlık hakim.

13 Ağu 2015

ah letizia





















"Yaşlanmanın en acı olgusu insanın tüm dostlarını yitirmesi. GERİ KALAN YALNIZ BOŞLUKLAR. İNSAN YALNIZ, diyor Letizia. Seksen dört yılın onu getirdiği, bana dek ilettiği anın içinden, muhteşem lambaların altında. Mermer salonlarda." 

diyor Tezer Özlü, Yaşamın Ucuna Yolculuk'un 88. sayfasında.

Hayatımın hiçbir döneminde böyle kanatıcı bir cümle yazamayacağım gerçeği canımı sıkıyor. Ne mutlu ki, sözcüklere değer veren güzel insanlar var, hiç istemeseler de güzel cümleler kurup gözümüze sokuyorlar.

30 Tem 2015

ups

Evimden bildiriyorum. Saat 01.37. Hissedilen sıcaklık 30'un üstündedir. Arka balkon biraz esiyor. Klima hasta ediyor, vantilatör şahane.

Deprem oldu diye ana sayfama doksan küsür deprem tiviti düştü. Gündem değişikliği mizahla gelince iyi oluyor. Depremden beş dakika önce, 'acaba nasıl ölmek istemem?' sorusuna kafamdan verdiğim cevap 'deprem sonrası bir enkaz altında üçüncü günün sonunda susuzluktan ölmek istemem herhalde' idi. Nasıl tesadüf belli değil.

Neyse. Tatil çok güzel bir şey ve uyku bandımla bana daima yurt ortamını hatırlatmaması konusunda anlaştık. Yurttan ayrıldıktan sonra yurda dair iyi duygular besliyorum, bu güzel. Aynısı İstanbul için de geçerli. Aslında hayatta bana bir şekilde dokunmuş her şeyi özlüyorum ben. Nefis.

Büyük bir kayıtsızlık içindeyim ve duyduğum, gördüğüm her şeyi reddediyor ve daha fazlasını öğrenmek istemiyorum. Bunca bilgiye hakim olmak zorunda hissetmek için çok gencim. Gerçekten. Henüz isimlerini yazmayı bile bitirmediğim bir film listem var, onları izlemeden beni kimse ölüm düşünmeye zorlamamalı bence. Zira hayat zihninde kötü düşünceler gezerken bile güzel.

13 Haz 2015

her şeyin berrak olmasını özledim.

Penceresinden bakınca birden çok çam ağacı görebileceğiniz bir yer oturma odamız. İçlerinden birinin dalına konmuş beyaz, serçe boyutunda bir kuş gördü babam bugün. 'Evden kaçmış' dedi. Kuş dakikalarca kaldı dalın üstünde, kıpırdamadı. 'Ekmek elden, su gölden yaşamaya alışmış, aç kalır dışarıda.' Ne yaptım ben diye düşünüyor mudur, pişman mıdır mesela? Evine dönmek istese bulabilir mi? Uçtu sonra. 'Belki beş dakikalık özgürlük için bile değer demiştir. Kim bilir?' 

O kuşun bir hikayesi var. Hakkında en ufak fikrimizin dahi olmadığı herkesin, her şeyin koca bir ömre sığdırılmış hikayeleri var. İki gecedir bambaşka anılar dinliyorum. İçinde bolca aile, bolca geçmiş barındırıyor. Kulaktan kulağa yayılan ne çok sözcük var aslında. Dinledikçe, öğrendikçe hayretle ağız açtırıyor. Konuşmadıkça, yazmadıkça üstü tozlanıyor. Hayatlar kesişiyor, bakışlar kesişiyor, cümleler kesişiyor, sokaklar kesişiyor... Kimi yaşamlar yarım kalıyor. Kimi çocuklar hiç büyümüyor. 

Bazı kitapların altı çizilmiyor. Bazı akşamlar hiç bitmesin isteniyor. Zaman ne kadar çabuk geçiyor! 

Türkiye'de düşünceler asla yerine oturmuyor. Sistem kafa bulanıklığından nemalanıyor. İnsanların gereğinden fazla kanatıcı hikayesinin olduğu bir yer burası. Yazılsa roman olur, ama bazen yürek dayanmıyor. 

30 Nis 2015

rubbish#

Ertesi günün tatil olması çocukluğumdan beri yaşadığım en büyük huzurlardan. 1 Mayıs'la ilgili daha düşündürücü yorumlar yapılabilir elbet; ama bugünlük siyaset ve gündem limitimi aştım.

*

Bugün bir etkinlik kapsamında ellili yaşlarında şizofren bir adamla sohbet etme fırsatı yakaladım. İlk gördüğü halüsinasyonu anlattı. 7-8 yaşlarındayken Elazığ'da yaşadıkları köyde, iki katlı, içlerinde güzel yüzlü insanların olduğu bir otobüs görmüş. Heyecanla evdekilere durumu anlattığında, annesi 'Oğlum burda yol bile yok' demiş. Muhtemelen televizyonun bile olmadığı 1950-60'ların doğusunun bir köyünde, küçük bir çocuk, hayatında otobüs bile görmemiş olabilecekken, içinde iki katlı otobüsler barındıran hayaller görüyor. Zihin ve hayal gücü gerçekten tapılası şeyler değil de ne?

*

Dün hayatımın en özel günlerinden biriydi. İlk beşe oynayacağından emin gibiyim. O kadar değerli ki mesela, kimseyle paylaşmaya kıyamıyorum.

Gündem çok can sıkıyor. Gidip Grey's Anatomy izleyeceğim sanki.

25 Nis 2015

the fundamental theorem of my heart

Dönemin son midterm'üne iki gün kalmış ve ben bıkmış halde integral çözüyorum. Aylardan hala nisan ve hava İstanbul'da bile insanı mutlu edebilecek sıcaklığa sahip. Gelin görün ki kafamda 2013'ün mayıs sonlarına -belki de haziran başlarına- dair görüntüler var. Okulumun bahçesine ve ana yola bakan mutfağımızın içeriye alınmış balkonundaki masada karekök'ün integral sıfırını çözüyorum. İntegralim hiç de sıfır değil oysaki ama huzursuzluğum sıfıra yakın. İntegral çözmek şimdi olduğu kadar bıkkınlık vermiyor ve evim okul kütüphanesinden kesinlikle daha samimi.

Nisan hiç bitmesin. Güzel kelimeler hep umut, evlerin bahçeleri de taze çimen koksun. 

Bir yandan da yaz gelsin ve sınavlarım bitsin, zira kütüphaneden yayın girmek hiç de cazip değil. 

14 Mar 2015

aylar sonra girilen yayın / hoyrat şiir karalaması

elli beş, elli altı, elli yedi...
sokağın başında ruhsuz gökyüzünü andıran gri bir araba var
ve susmak bilmeyen bir alarm sesi
elli sekiz, elli dokuz...
kemiriyor beynimi,
arabanın yanına kara bir sokak kedisi yanaşıyor
o da gökyüzü kadar ruhsuz,
kış kadar nankör.
günlerdir yüzünü göstermeyen güneş
onun umrunda değil mesela.
bulutlar yükselsin diye beklemiyor,
yaz gelsin diye pek gün saymıyor.
onun yerine, geriniyor bir meczup umursamazlığıyla.
altmış, altmış bir, altmış iki...
kediyi kıskanan kafama sövüyorum.
anlamışçasına tekdüze miyavlamaya başlıyor.
alarmın irite eden sesi
daha bir dayanılmaz oluyor.
hoşuna gidiyor özenilmek mavi gözlü kedinin.
cam açık olsaydı bir taş sallardım ya,
yerimden kalkmaya üşeniyorum.
ukala kediyse hurafelerin yıkımına uğramamış,
boyuna bakmadan hadsizce nasihat veriyor bana:
"bırakın şu müskülpesentliğinizi koltukta,
sokaklar, içindeyken yapay gelmez bakışlara.
hayatın, herkesin gözünü boyayacağı renkleri var,
biraz ödünden zarar gelmez insana."
hadi ordan, gerzek.
yetmiş sekiz, yetmiş dokuz, seksen...
şerefsizin alarmı susmayacak, belli.
sıçtığımın havası yarın da kapalı.
haziranı bilmiyorum ama,
aralık, güzel ay öldürmemek için kedileri
ve öldürmek için kendini.