elli beş, elli altı, elli yedi...
sokağın başında ruhsuz gökyüzünü andıran gri bir araba var
ve susmak bilmeyen bir alarm sesi
elli sekiz, elli dokuz...
kemiriyor beynimi,
arabanın yanına kara bir sokak kedisi yanaşıyor
o da gökyüzü kadar ruhsuz,
kış kadar nankör.
günlerdir yüzünü göstermeyen güneş
onun umrunda değil mesela.
bulutlar yükselsin diye beklemiyor,
yaz gelsin diye pek gün saymıyor.
onun yerine, geriniyor bir meczup umursamazlığıyla.
altmış, altmış bir, altmış iki...
kediyi kıskanan kafama sövüyorum.
anlamışçasına tekdüze miyavlamaya başlıyor.
alarmın irite eden sesi
daha bir dayanılmaz oluyor.
hoşuna gidiyor özenilmek mavi gözlü kedinin.
cam açık olsaydı bir taş sallardım ya,
yerimden kalkmaya üşeniyorum.
ukala kediyse hurafelerin yıkımına uğramamış,
boyuna bakmadan hadsizce nasihat veriyor bana:
"bırakın şu müskülpesentliğinizi koltukta,
sokaklar, içindeyken yapay gelmez bakışlara.
hayatın, herkesin gözünü boyayacağı renkleri var,
biraz ödünden zarar gelmez insana."
hadi ordan, gerzek.
yetmiş sekiz, yetmiş dokuz, seksen...
şerefsizin alarmı susmayacak, belli.
sıçtığımın havası yarın da kapalı.
haziranı bilmiyorum ama,
aralık, güzel ay öldürmemek için kedileri
ve öldürmek için kendini.