9 Nis 2016

goodbye michelle, it's hard to die

Merhaba, saat gecenin 3'ü.
Caddebostan'da çok güzel bir oyun izledim ve mutlu edecek kadar şarap içtim.

Bu blogu açalı nereden baksanız 6 sene olmuş, ki bu yazıyı okuyacak kişi sayısının 6'nın yarısı dahi etmeyeceğinden eminim. Yine de uyumak yerine yayın girmeyi tercih ediyorum, üstelik sabah erken kalkacağım.

Yurtta kalmanın, daha doğrusu aileden uzakta ve üniversite kampüsünün içinde yaşamanın en güzel yanı, çok yakın olduğunuz bir sürü arkadaş sahibi olmak bence. Başta biraz mecburiyetten çok sayıda insan biriktiriyorsunuz, sonrasında hayatta başınıza gelebilecek en özel şeyin bu dostlar olduğunu fark ediyorsunuz. İçerek dertleşmek, zamanı unutmak kadar güzeli yok.

Adını unuttuğum bir şarkıyı aratmak için açtığım YouTube'da, kendimi Kiralık Aşk'ın internete özel 40. bölüm sahnesini izlerken buldum. Bu diziyi, izleyenlerini falan bir güzel analiz etmek gerekiyor sanki; ama midterm'lerim iki gün öncesi itibariyle bitti. Yani akademik hayatımı bir süreliğine askıya aldığımdan analiz falan, bunlar çok rahatsız edici laflar. Öyle güzel boşum ki ancak bu kadar güzel boş olabilirdim.

Şarkı buymuş bu arada.

Haftaya cuma günü eve gidiyorum ve bu da hayatımdaki güzel gelişmelerden. Aile ortamını delicesine özledim ve nisanda Adana'da olmak bambaşka, umarım dokuz gün dokuz dakika gibi geçmez.

Büyümek bazen o kadar da kötü olmayabiliyor sanırım. Büyüdükçe büyümek fikrine biraz daha alışıyorum, kendimi korkutuyorum.

Bir de bazen çok alakasız insanları çok fazla seviyor ve masumca sarılmak istiyorum. Keşke herkese yetecek kadar sevgimiz olduğunun farkına varsak, hep beraber.

Sarhoşum, sarhoşluk ve bahar çok güzel. Montlardan kurtulmak ve güneş gözlükleri ve çimen kokusu çok güzel. Mümkünse hep nisanda kalalım.

Mümkünse hep bugünde kalalım.