3 ocak 2017, salı
"sevgili günlük;
ne yazık ki geceler hep iyi olmuyor. umudunu hiç olmadığı kadar yok ediyor bazı geceler. bazı geceler bitip gitmiyor, asla geçmiyor. takvimler değişse de baş ağrın dinmiyor. rakın dolu, rakın bitiyor, yollar uzun, günler kısa, yollar kısalıp günler uzuyor, başın hep ağrıyor, felaket senaryoların zihnini serbest bırakmıyor. insan olduğun için inanmak ve umut etmek istiyorsun. kendine optimist yalanlar söylüyorsun, biraz inanıyor sonra gerçeklere çarpıyorsun. bu esnada aklında hep kötünün iyisi çocukluk, ilk gençlik yılların, adana'nın ılık havası, salonun huzuru, aile filan... tutunduğun şeyler vasıfsız nostaljilerden, geçmiş güzellemelerinden ibaret ve hayat sana o kadar kötü günler sunuyor ki, hayal edebileceğin en güzel günler hep arkanda. yarattığın ütopyalar hep bu defterin ilk sayfalarında. neye, kime, nasıl inanacağımı, mutlu olmak için ne yapacağımı, sevdiklerimi nasıl koruyabileceğimi hiç bilmiyorum. görmeye katlanabildiğim insan sayısı gün geçtikçe azalıyor, çünkü şu boktan hayatımızda etrafımızdakilerle konuştuğumuz tek şey boktan siyaset. hiçbir fikri tolere edemiyor, hemfikir olduğum insanlara sıkı sıkı sarılıyorum. tek bir aykırı düşünceye tahammülüm yok, herkesten nedensizce nefret ediyorum. onaylanmak, alkışlanmak; HAKSIZSINIZ diye bağırdığımdaysa insanlar haksız olduklarını artık anlasınlar istiyorum. gerçekten herkesten nefret ediyorum. böyle yaşayamıyorum.
hayatımın en stresli yaş günlerinden biriydi sanırım. sabah tan'ın sınavına girdim, ne alacağım zerre umrumda değil ve mesela bana hiçbir kötülüğü dokunmayan singapurlu hocamdan liberalizm ve demokrasiden bahsettiği için nefret ediyorum. hiçbir mantıksal tutarlılığı yok hislerimin çoğu zaman. okula adım atmak, bölümden insan görmek istediğim en son şey zira şu atmosferde hâlâ duyarcılık yapmaları, KONUMUZ BU MU AQ tepkisi vermek istediğim popülist argümanlar sunmaları, solculuk adı altında kemalizm filan gömmeleri hepsini öldürmek istememe neden oluyor. bu yüzden kimseyle birlik falan olamam ben, kimseyi sevemem, kimseyi anlayamam. babam, insanların bir aydır, internet üzerinden canlı yayınla, yumurtalarının başında bekleyen kartal çiftini izlediğini söyledi. iki ayrı uçtaki hayatların birbirinden bu kadar bihaber olması canımı o kadar yakıyor ki sanırım baş ağrımın en büyük nedenlerinden biri asla ağlayamamam. o kartalları izleyen sıradan bir avrupalı olmak için neler vermezdim ama işte bu sikik coğrafyada, bireysel mutlulukların kolektif travmalarla yok edilmişken gideyim de her şeyi bir kenara bırakıp kartalları izleyeyim diyemiyorsun. ne kadar kaçarsan kaç, ister finlandiya'ya ister madagaskar'a git, istersen hiçbir şeyden haberi olmayan istanbullu apolitik bir çocuk ol, o kültürden kaçışın yok. bu saatten sonra, bu travmalar yok olmadıkça, korkular güvene evrilmedikçe sana mutluluk da huzur da haram. kaçışın da yok artık kabullenişten başka.
dolaylı yoldan ya da doğrudan karşıma çıkan her insanın potansiyel suçlu olmasından, hepsinin nefretimi kazanmaya yeter birtakım özellikler barındırmasından ve insanları tanımaya çalışmak zorunda olmaktan bıktım. bir insan hakkında öğrenmek istediğim ilk şeyin siyasi duruşu olması o kadar korkunç ki hayatımı yaşamama engel oluyor. insanları sevdiği filmlerden, dinlediği müziklerden, okuduğu kitaplardan, yediği yemeklerden tanımam gerekirken yeni birisiyle karşılaştığımda aklıma gelen ilk şey aklından belli bir konuyla ilgili ne geçtiği oluyor. bu yüzden işte, bu arkaplanda kalan akılla, bu ülke, bu savaş dışında bir yerde barınabilmem mümkün değil. bu atmosferde güzel şeylerden bahsetmek; kartalları, kedileri, civcivleri konuşmak; uçurtmalardan, çiçeklerden, bahçeli evlerden söz açmak mümkün değil. bunu yapan insanlara konformist gözüyle bakmaktan, onları uzakta ve şanslı olarak etiketlemekten, içten içe de hepsinden nefret etmekten vazgeçebileceğimi düşünmüyorum. insani tüm duygularımı yavaş yavaş kaybediyor ve bunun her ânına şahit oluyorum. bundan daha büyük bir işkence yok duygularına güvenen bir insan için. insandan, kötülüklerle bezeli bir robota dönüşmek ve bunun her bir dakikasında kendinle olmak kadar büyük bir işkence yok. eski, sıradan hayatımı geri istiyorum. dertlerim normalleşsin, hayatta kalayım, huzur bulayım istiyorum. 22 yaşında, en güzel günlerimin milenyumun başında kaldığını düşünmeyeyim, ne kadar daha yaşayabileceğimi kafama takmayayım istiyorum.
bunların hepsi tipik bir ortadoğulu haykırışları ve bir kez deneyimledikten sonra, sanırım, bir daha asla onlarsız yaşamanın rahatlığını hayal edemiyor, hep tedirgin, hep korku dolu oluyorsun. üstüne üstlük, hayatımızdaki bu monoton aşırılıkları, sıradan paranoyaları bilmeyen, anlayamayan, deneyimlemeyen ve sana acıyarak bakan tüm insanlıktan nefret ediyorsun. keza bu cehennemi bizzat tecrübe eden insanlardan da nefret ediyorsun. ömrün ve coğrafyan izin verir de her şeyin son buluşunu, düzelişini görürsen de öyle zannediyorum ki kimseyi affedemeyecek, etrafındaki on kişiyle yaşamaya devam edeceksin. bu sürece girdikten sonra yara almadan sıyrılmak imkansız yani. üstelik yaralanmaya yeni başladın. henüz canın yanmadı, sadece olabilecekleri düşünüp korkmaktan ibaret bütün korkuların. kafanın içindeki felaket senaryolarından ibaret. canın yandığı için ağlamadın daha mesela, her şeyin çok başındasın ve yolun üstünde ilerlemekten korkuyorsun.
..."