şey çok komik değil mi ya? gece yarısından iki buçuk saat sonra duygu'nun bitirmeden gittiği birayı içerken ilhan şeşen dinliyor olmam? (tuborg'dan nefret ediyorum ama içki dökmek çok günahmış.)
19 mayıs'ımı etiler'de ders çalışarak geçirdim, çok uzun zaman sonra yurtta yemek yaptım, fenerbahçe'nin galibiyetine olympiacos'la final izleyeceğimiz için daha çok sevindim. (ekpe, gecemizi güzelleştirdin. ^^) final four'u canlı izleyebilmeyi hakikaten isterdim, bu sezon izlediğim iki efes maçı bir real madrid maçı etmemiş demek ki, bu akşam fark ettim. bir de hepsinin dışında, şu maçı evde bizimkilerle izlemeyi de çok isterdim. zaman geçtikçe hafızamdan siliniyor bazı şeyler, özlediğimi çok iyi hatırladığım günlerin üstlerinin tozlanmasına izin veriyorum. mesela daha dün, eski okulumun tiyatro salonunda çekilmiş bir video gördüm. vaktim olsaydı da oturup hakkını vere vere ağlasaydım mesela. yani ağlamak da değil de, hak ettiği zamanı ayıramıyorum hiçbir şeye. açıp eski fotoğraflara bakmak, ayarlayıp eski arkadaşlarımla buluşup geçmişten konuşmak, 2011'de yazdığım günlüklere bakmak istiyorum. başka zaman olsaydı da uzun uzun hüzünlenseydim diyorum kısacası. duygular ne güzel çünkü, en çok kıymet bilmeyi ve özlemeyi seviyorum, yıllardır böyle bu.
geride kalan günlerimin artmasından yine de pek hoşlanmıyorum. çünkü özlemek çok güzel evet; ama hayatının elinden kayıp gidiyor oluşuna şahit olmak o kadar da güzel değil. geçmişle yaşamak ağır ruh hastalığı, bunu da biliyorum tabii ama hâlâ üç gün öncesi bile olsa, 'geçmiş', bana üç gün sonraki 'gelecek'ten daha sıcak geliyor. neyse ki iyi şeyler de oluyor da hayatımda, heyecanlanıp üç ay sonrayı filan bekleyebiliyorum.
neyse. mesele bu değil zaten. hayatımda ilk defa bir kısa film senaryosu yazıyorum, üç gün içinde bitmiş olacak. dört-beş yıl önceki nazlı'ya söylesem oldukça heyecanlanırdı sanırım. şimdiki ise o kadar da üstünde durmuyor bu gelişmenin. hayallerden vazgeçmek, hayatın akışına kapılıp kim olmak istediğini unutmak o kadar kolay ki, büyümeyi, bu sancıları çekmeyi en çok bundan dolayı sevmiyorum. 17 yaşındaki masumluğum yok üzerimde, o zamanki umutlarım, o zamanki inançlarım yok. inanç deyince şimdi geldi aklıma, iki sene önce yazdığım kısa bir öyküdeki karakterin adıydı inanç. o günden beri görmediğim bir kadın, ismi sevdiğini söylüyordu o gün. sonra birkaç kez daha konuşuyoruz onunla, inandığımız şeyler şöyle ya da böyle kesişiyor belki, ama geleceğe dair beklentilerimiz nispeten değişmiş iki yıl içinde. söylemesek de biliyoruz, konuştuklarımız öyle ya da böyle anlatıyor birbirimiz hakkında bir şeyler. ben büyüyorum, bazen küçük bazen büyük sancılar çekiyorum, rakı kadehleri tokuşturup 'büyüme sancılarına' diyorum (aslında bunu ilk söyleyen ben değilim, söyleyen arkadaşıma sarılmak istiyorum ama sarhoşken yaptıklarımdan hep pişman oluyorum). bazı günler sevdiklerimin sayısı üçe inerken bazı günler aklımı kaybedercesine aşık olmak istiyor, tabii her seferinde kendimi geri çekiyorum. gündüzümde ve gecemde, çalınmasa da söylenmese de yanımda olacak, şarkılarım olacak hayali arayışlar içinde, üç saat içinde geçecek bunalımlara kucak açıyor, en sonunda güzel bir cümleye ya da bir şarkı sözüne denk geliyor, başka dertler ediniyorum.
en önemlisi, bu ülkede her şeye rağmen delirmiyor oluşumuzun ayrıcalığını yaşıyorum. üstelik farkındayım. zira biliyorum ki, hiç de uzakta değil en çaresiz geceler. kendi minik dertlerimle, yeniden başlamanın keyfini bile duyabiliyorum içimde. çünkü güneşin doğmasına birkaç saat var, kalkıp koşacağım belki, sonra ders çalışacağım saatlerce ama öğrenmekten haz aldığım o kadar çok şey var ki, attığım her çığlık bir an için şımarıklığa bürünüyor. o yüzden çok da durmuyorum üstünde hiçbir şeyin, akışına bırakabilmek büyük erdem, en yakınlarıma verip uygulamakta hep sınıfta kaldığım en güzel tavsiye.
bırakayım da alkol atılsın vücudumdan.
"bu kadar zor olmasa gerek..."
ps: ilhan şeşen, seni çok seviyorum.
20 May 2017
4 May 2017
ikiyirmialtı
artık tweet atmak yerine tek cümlelik blog yayınları giriyorum. çünkü tweet'lerim -üç kişi tarafından da olsa- okunuyor ama burada yalnız ve özgürüm.
"saat 02.26'da derinden gelen başarısızlık hissiyle mücadele ettiğim yaşın 45 olmamasıyla ilgili uzun paragraflar yazayım bi' ara, hatırlatın."
"saat 02.26'da derinden gelen başarısızlık hissiyle mücadele ettiğim yaşın 45 olmamasıyla ilgili uzun paragraflar yazayım bi' ara, hatırlatın."
Kaydol:
Yorumlar (Atom)