Güzel bir şeyler yazayım istiyorum. Hayatımda çok büyük değişiklikler oluyor mesela. Onlarca malzemem var hakkında konuşacak. Ben de şurayı açayım, böyle oturup saatlerce yazayım çizeyim, sonra çok beğeneyim falan istiyorum. Ama aslında şöyle oluyor: Burayı açıyorum, eski birkaç yazımı okuyup dertleniyorum. Birkaç kelime karalayıp ne rezil bir yeteneksiz olduğumu düşünüyor ve çarpıya basıyorum.
Böyle olmasın aslında. Ben harika manzaralı bir yerde yaşıyorken mesela, her gün kalkıp deniz kenarında koşayım. Böyle soğuk falan umrumda olmasın, 'karşımda deniz var ve mutluyum' olsun. Her sabah deniz manzaralı sınıfımda karşıdaki harap kulübeye bakıp balıkçı olduğumu, gece gündüz içip şiir yazdığımı falan hayal edeyim mesela. 'Eve ne zaman gidiyoduk yaaaa?' demeyeyim onun yerine. Bu kadar duygusal olacaksam, bu kadar bağlanıyorsam eğer mekanlara -yani amaçlara, insanlara değil de mekanlara- bağlanıyorsam zira, bir işe yarasın ve ortaya bir şeyler çıkarayım. Mahrum kalmasın insanlar bu duygulardan. Var olduklarını bildiğim şeyleri paylaşmaktan aciz olmayayım ben.
Daha mutlu olmakla, huzurla, sevinçle, heyecanla falan ilgili değil bahsettiklerim. Yetmekle ilgili. Kendine yetebilmekle, dünyaya yetebilmekle, 'ne yapıyorum ben?' sorusuyla ilgili. 'Eskiden böyle değildim ben, yapıyordum bir şeyler' demeyecek durumda olabilmekle ilgili. Kendini tatmin edebilmekle ilgili yani. Zevk aldığın bir şeyler yapmak ve bu şeylerin sana, başkalarına kattığı değerlerle ilgili. Kıssadan hissem şu ki; boş beleş yaşıyor olmamla ilgili her şey, 'elimde fırsat olsa böyle olmazdı' dediğim eski anlarla ve yaşadığım hayalkırıklıklarıyla ilgili.
Yıllardır yapmak istediğim çok şey var sevgili bloggerlar. Hep İstanbul'da tek başıma yaşayayım istedim. Canım sıkılınca tek başıma vapura binip martıları izleyeyim istedim. Yolda yürürken çok sevdiğim bir sanatçı göreyim ve birden dünyanın en mutlu insanı olayım istedim. Tiyatrolara, konserlere gideyim, arkadaşlarımla Nevizade'de içerken ne kadar bağırdığımı fark etmeden şarkı söyleyeyim istedim. Ailemden uzakta kalmak istedim mi hiç, bilmiyorum. İstediysem de birkaç günlüğüne istemişimdir eminim, bu konuda eski Nazlı'yla çelişmiyoruz neyse ki. Mesela geçen yıl bu yıl olduğundan daha az zamanım vardı senfonilere gitmeye, ya da çıkıp kuzenlerimle oyunlar izlemeye. Ama o zamankiler bugünkülerden daha anlamlı geliyordu bana. Yani mesela geçen gün biletix'i karıştırırken İstanbul'da yapacak hiçbir şey bulamadım ve Adana'daki etkinliklere baktım. Tesadüfen Fazıl Say'ın dinletisini buldum 24 Aralık'ta ve annemi aradım gidelim diye. Yani aslında Fazıl Say'ı İstanbul'da başkalarıyla izlemek o kadar anlamlı olmazdı, çünkü yanımdakine bakıp bir şeyler düşleyebilmem gerekirdi. Ben düş kuramıyorum burada. İstanbul düşlerimin var olduğu yer değilmiş meğer. İstanbul bir heves sadece, beni çekip içine hapsetmesinden oldukça korktuğum bir heves.
Her neyse. 11. sınıftayken üniversitede münazara yapmak en büyük hayalimdi nerdeyse. Bu haftasonu turnuvam var ve ben resmen gitmeye üşeniyorum. Demem o ki, hayaller sadece hayallerken çok daha güzellerdi. Ne zaman ki gerçek olmasına dair umutlarımız, inançlarımız oldu; biz o zaman büyüdük aslında. Biz büyüdükçe de küçüldü hayallerimiz. Hayallerimin kıymetini bilmeyen bir kız değildim ben. Kendime kız derken utanıyorum artık, bu da başka bir mesele. İnsanlar nasıl
Bu kadar yetersiz, düşündüğüm kadar loser olmadığımı gösterecek, beni gücümün farkına vardıracak somut şeylere ihtiyacım var. Benimse twitterım falan açık. Öyle. Babamı özledim kocaman. Evimi, odamı özledim. Okulumu özledim. Dershanemi, öğretmenlerimi, arkadaşlarımı özledim. Üniversite diye hayal ettiğim şey bu muydu, diye soracağım kendime; ama aslında beklentilerimi yüksek de tutmadım ki ben. Neden mutsuz hissediyorum yani? Elimde imkanlar varken hiçbir şey yapmadığım için kızıyorum sanırım kendime. Buldum, bunuyorum durumu aslında. Yani şimdi dışarı çıkıp denizin sesini dinleyerek kitap okusam, rüzgar atkımın arasından göğsüme değecek olsa ve botlarım kumların arasında zorlanarak hareket etse... Bilmiyorum, belki bir fotoğraf çeksem yarın sabah denizin üç rengini içinde barındıran ya da eski sokaklarında dolaşsam İstanbul'un ve hediyeler alsam sevdiğim insanlara.. Çünkü uzakta da olsalar sevdiklerim yanımda. Bana amaçlardan ve umutlardan bahseden sevdiklerim hep buralarda. Üstelik 10 gün sonra dönüyorum evime ve bu bile burda olduğum süre boyunca yaptığım her şeyden çok daha fazla mutlu ediyor beni tek başına. Bu işte bir sorun var gülüşmemiz gereken ve ben birlikte gülüşecek pek insan bulamıyorum etrafımda. 'Balbay tahliye edilmiş' diye bağırıyorum odada ve 'O kim?' cevapları alıyorum karşılığında. Evdeyken, yani kendine ait büyük bir habitatın varken fark edilmemek o kadar koymuyor sanırım. Kendi kendime yeterim zırvaları sadece huzurlu olduğunuz yerlerde sevgili bloggerlar. Bir 18 yaş tecrübesi bu da.
Bana azıcık tatlı fikirlerle gelsenize. 'Ben de yaşadım bunları yaa seninki de laf mı? Bak daha neler olacak ehehe' demeden ama. Küçük tavsiyeler, hediye paketleri tadında mutluluklar istiyorum sizden. Aralık yılın en güzel ayı olabilir oysaki ama ben hissedemiyorum. Yeterli olabilmem için, kendime güvenebilmem için, eski Nazlı'yı tamamen kaybetmemek için... Ne yapmam gerekiyor?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder