31 Oca 2013

kitap çekilişi!


Blogger'ın mantığı zannedersem bu. İnsanların birbirleriyle kaynaşıp film, kitap, müzik, mekan tavsiyelerinde bulundukları ve birbirlerine hediyeler gönderdikleri bir yer burası! Benim yaptığımsa sürekli bir şeylerden şikayet etmek. Birincisinin daha eğlenceli olduğuna kanaat getirdim ve Ahududu Tadında Cümleler'in ilk çekilişine (benim de ilk çekilişim yuppi) katıldım. 

Ayrıntılar için;

ygs günlükleri

YGS'ye 50 gün kalmış; ama ben o kadar işsizim ki şimdi size sınav yılının standart hayatımı standartlıktan nasıl uzaklaştırdığından bahsedeceğim. 

Öncelikle en büyük hobisi odasında mal mal oturup o dizi senin şu film benim izlemek olan; akabinde kitaplığını düzenlemek olsun, kıyafetlerini dolabından çıkarıp katlayıp geri yerlerine koymak filan olsun mantık dışı işlevlerle arasında amaçsız bağlar bulunan garip insan ben için hayatımı sıralarda oturarak geçirmeye çalışmak gerçekten zor oldu. Uzun cümleler, okunması en sıkıcı olan ve beni henüz ortasına bile gelememişken germeye başlayan en sıkıcı cümle türü aslında; lakin neden nokta kullanmayı hiç adet edinemediğimi bilmiyorum. 

Neyse. 

Plan, düzen ve çalışma; yapılması imkansız olmayan şeyler benim için. Lügatımda çok bulundurmasam da, yani aslında sorumluluklardan çok hoşlanmasam da, hayatımın her karesinde şu üç kelimenin önemli bir yeri var. Şu seneyle ilgili bir şey değil ama. Yaptığım en küçük, en gereksiz işi bile ince eleyip sık dokuyarak yapmaya alışmışım anlamsız bir şekilde. İzlediğim dizileri baştan sona kaç kez izlediğimi biliyor olsaydınız, bir işte uzmanlaşmanın benim için ne demek olduğunu bilebilirdiniz. Yaptığım şeye değer verip vermememle hiç alakalı olmayan bir şekilde, yaptığım her şeyi, ama gerçekten her şeyi, geri dönüp bakma ihtiyacı hissetmeyeceğim biçimde mükemmel sıfatına uygun olarak yapmam gerekiyor. Ve inanın, bu hiç de iyi bir şey değil. Çünkü okuduğum kitapların bile öyle kusursuz okunması gerekiyor ki benim hayatımda, ilerde kendime 'ya şunun sonu nasıldı?' diye sorduğumda bir cevap verebileyim. Yaptığım her şey bir görevmiş gibi, günlerim de bana değil, yapmam gerekenlere aitmiş gibi yaşamaya alışık olduğumdan; kendimi son zamanlarda içinde bulduğum ortam çok karmaşıkmış ya da sıradışı, bambaşka bir şeymiş gibi hissetmedim ben hiç. Ne yapıyorsam iyi yapmaya çalışıyorum sadece. Bu da uzun vadede çok yoruyor beni.

Yazmaya başlayınca ne yazacağımı unutuyorum hep. Başka başka şeylerden bahsetmeye başlıyorum. Ne diyordum? Sınav yılının değiştirdikleri. Günlük yazamıyorum artık. Zamanımın benim olmayışının başıma getirdiği en felaket şey zannedersem bu. Yani evet, her türlü karalıyorum, ediyorum ama; 'anılar eşittir her şey' felsefesiyle yaşayan biri için yaşadıklarını unutuyor olmak, daha doğrusu gönül rahatlığıyla unutamıyor olmak hiç de çekilir işkence değil. Demek istediğim, lise yıllarımı ömrüm boyunca aklımda tutmak zorunda değilim. Çünkü başıma ne gelirse gelsin, etrafımda o günleri konuşabileceğim kimse kalmasın mesela, 'şu neydi, kimdi, ne zamandı?' diye düşünüp muhtemel olarak kafayı yemek yerine elime defterimi alıp tek başıma gülebilirim. İstediğim her şeyi istediğim gibi unutabilirim. Ama şimdi üzerimde zaten yeterince büyük yükler varken bir de yazamadıklarımı unutmamaya çalışarak geçiriyorum haftalarımı. Şimdi yazarken o kadar gerizekalı, amaçsız ve moron hissediyorum ki kendimi, 'gören de harikulade bir hayatın var zannedecek' deyip içten içe de küfrediyorum kendime. 

Yine konuyu kaçırdım. Sabah fark ettim ki, spor yapmayalı, ne bileyim böyle koşmayalı, basketbol, tenis filan oynamayalı, bisiklet sürmeyeli epey bir zaman olmuş. Gittikçe daha da hantallaştığımı fark ettim, ayak uçlarıma zorlukla dokunabildim sonra. Ama hemen suçu kendimden alıp spor yapılacak havanın olmayışına attım. O kadar boşum ki şu sıralar, yapmadıklarımı anlatmaya başlayana kadar farkında bile değildim. Hayır, üstelik zor şeyler de değiller. Şunu yazmakla harcadığım bir saati dışarıda yürüyerek, kitap okuyarak ya da keman çalarak geçirebilirdim. Mazeret bulmada böyle iyi olduğumun farkında da değildim.

En sıkıntılı noktalardan birisi, nasıl yediğimin belli olmayışı. Üç kişilik yemek yiyor oluşum bir yana, bu kadar sağlıksız beslendiğim bir başka dönem hatırlamıyorum 18 yılımda. Hayatımda ilk defa kilo alıyorum galiba. Asıl can yakıcı noktaysa, bunu bugün, aynada taytıma bakarken fark etmemdi. Basen yapmışım lan nasıl olabilir böyle bir şey! 

Haftalardır, özellikle okulların kapanmak üzere olduğu dönemde, her gün bir yerlere yetişmek için koştuğumu hatırladım şimdi de. Resmen mütemadiyen bir yerlere yetişme çabasındaydım; buna rağmen hâlâ nasıl kilo alabiliyorum aklım almıyor. Çok acil toparlanmam lazım; çünkü her şey bir yana; bunlarla uğraşacak, buınları kafama takacak halim yok.

Ağustostan beri kabusum olan, sınav yılı yaşadığım en korkunç şeyse her sabah 07.15'te çalan alarmım. Gerçekten. Uyumayı seven bir kişiliğe sahip bile olmayan beni uykuya bu kadar muhtaç yapan eğitim sistemini skiyim. (Burada gülüyorum.) 

Kendime dipnot: Tercihlerden sonra üniversiteye yerleşip; çamaşır yıkamak olsun, karın doyurmak olsun, temizlik olsun, sınav yılı sorumluluğu x100 olsun; gibi gerçeklerle yüzleşmeye başlayınca bugünleri arayacak ve 'neden bitti o günler ühühühü' diye zırlayacaksın sevgili Nazlı. Tambirgerizekalısın.

İyi haberse cumartesi sabahı Antalya'ya uçuyor oluşum. Hehe. 
Kötü haberse cumartesi sabahı 8'de kalkan uçağım.

Neyse.

15 Oca 2013

"düşünüyorum da biz, büyüyerek çocukluk etmişiz"

*şarkı*

Bu kadar değişiklik, bunca tanıdık olmayan his ve ne hissetmem gerektiğini kestirememem hali...
Bir hafta için, benim için, çok fazla. 

*

İnsanların beni üzmelerinin üzerinden çok kısa bir zaman geçmişken, Tanrı'nın birden o insanlara dünyanın en büyük hediyesini vermesi kendimi sorgulamam gerektiğini mi gösteriyor yani? 

*

Başkalarının mutluluklarını kıskanan biri değilim ben. 
Ama olsaydım, 
tam sırasıydı!

*

"Her şeyden biraz kalır diyor birileri, çoğulluk haklılıktır. 
Kavanozda biraz kahve, kutuda biraz ekmek, insanda biraz acı."

12 Oca 2013

mutsuz olmayı hak edebilmek

'Artık mutsuzum demiyorum, çünkü mutsuz olmaya benden daha çok ihtiyacı olan insanlar var' temalı günüm kocaman bir kahvaltıyla başlamıştı -ki inkar da etsem büyük kahvaltıları çok severim-. Akşam oldu ve ben çok büyük bir hata yaptığımı fark ettim. 4 buçuk ay gecikmeli olarak. Şu an mutsuz olduğumu söylemeye hakkım var mı bilmiyorum. Ama diğerlerinin mutsuz olmaları gerektiğini çok iyi biliyorum. Diğer insanlar üzerinden prim yapabilmenin ne kadar acizce bir şey olduğunu biliyorum. Azıcık daha açıkgözlü ve akıllı olsaydım başıma bunların gelmeyebileceğini biliyorum. Kırdığım insanlar var, başkalarının sözlerine inanarak kırdığım insanlar var ve aslında o başkalarına mı, kendime mi daha çok kızgınım kestiremiyorum. İnsanlara asla tam anlamıyla güvenmemem gerektiğini öğrendim bugün ve hayat tecrübesi kazanmak ya da olgunlaşmak için çok küçük olduğumu. Her şeyin para demek olmadığını ve dürüstlüğün önemli bir şey olduğunu bildiğim için ötekilerden daha iyi şeyler hak ediyorum bence; ama günün sonunda üzülen yine ben oldum ve açıkça söylemek gerekirse tam bir aptalım. Sanırım asla büyüyemeyeceğim. Ama yarın 4 buçuk ay gecikmeli olarak son kez suçlayacağım kendimi. Belki daha iyi hissederim. Ayrıca hâlâ mutsuzum demeyi hak edecek kadar mutsuz değilim.

 
people make you happier tagi altında paylaştığım işbu girdi de yalan oldu. gerçekten nasıl bu kadar saf olabiliyorum?

11 Oca 2013

sanırım artık bir kalbim var!

İnsanların dertleri canımı nasıl yakıyor bir bilseniz. Ne kadar yakın olduğumuzun, karşılıklı neleri konuşabilip birbirimize ne derece güvendiğimizin hiç önemi yok. Sıkıntılar, üzüntüler canımı feci halde sıkıyor. Kendi dertlerimi unutturacak şekilde hem de. İNSAN SEVMİYORUM BEN diye ortalıkta narsistçe dolaşmamdaki asıl neden bu sanırım. O kadar duygusal ve güçsüzüm ki, insanlardan uzak durursam, mesela bir tost makinesi ya da bir parfüm şişesi olursam, düşünemezsem, her şey daha kolay olurmuş gibi hissediyorum. 

Düşünebilmek öyle büyük bir ceza ki insana verilen. Felsefe kitaplarında bahsedilen, yaratılmışların en şereflisi olan insan tanımı öyle yabancı geliyor ki bana. Bir kanguru olsak hep birlikte ve yalnızca içgüdülerimiz olsa bizleri harekete geçiren; mesela asla kurnazlık yapamasak, insanlara yağ çekemesek veya egolarımızı bir kenara atabilsek, işte o zaman şerefli sıfatına yakışabilirmişiz gibi geliyor. Nasıl şerefsiziz yoksa hep beraber! 

Neden 'deli gibi gülmek' diye bir deyim vardır, hiç düşündünüz mü? Ben düşündüm. Sanırım bu yüzden mutsuzum. 


Aslında bugünün sonunda senfoniye gittim. Popim tavan.
En son yediğim şey de çikolatalı sufle.
Şu yazıyı yazabiliyorsam eğer ve
yatağımda bütün gece dönüp durmayacaksam tek nedeni
şu ikisi. Onlara kocaman teşekkür!
Karşımda üzgün birileri olunca yazacak tonlarca şey beliriyor kafamda. Hiçbirini söyleyemiyorum, insanlara samimiyet gösteremiyorum, oysa o kadar büyük bir kalbim oluyor ki bazen (normalde nasıl kalpsizimdir hem de), ben bile şaşırıyorum. İnsanlara sarılamıyorum. 'Üzülme' diyemiyorum. Empati kuramıyorum, o ne demek onu bile bilmiyorum. Hiç çözümüm olmuyor. Onun yerindeki ben olsaydım ne söylenmesini, nasıl moral verilmesini isterdim kendime, kestiremiyorum. Yalnız mı olmak isterdim, insanlara ihtiyacım olur muydu? Ağlamak mı isterdim, sıkmak mı kendimi? Hiçbir şey düşünemiyorum, aklım kalıyor sonra, 'keşke şöyle yapsaydım, şunu deseydim' diyorum, hep geç oluyor. 


Asla iyi bir arkadaş olamadım ben. Sohbetinden zevk alınacak ya da zor zamanlarda telefon edilecek kişi de değilim. Ne halt edip de nefes aldığımı kimse açıklamıyor bana. Ötekilerden daha mı yerlerdeyim? Canım çok sıkkın çünkü hiç hak etmediği halde mutsuz olan tonlarca insan var. Diğerlerinin mutluluğuyla hayatında gökkuşakları çizebilen o basit, güneş açtı diye sevinebilen embesil optimist insanlardan mı oldum ben de? Bunu yazarken de gülüyorum çünkü gerçekte tam da o insan olduğumu nasıl biliyorum! Sabah çok mutsuz uyandım, sanırım her şey bu yüzden. 

Dünya azıcık daha iyi bir yer olsa ya? 

3 Oca 2013

18



Çok klişeyim. 

Bugün aldığım en güzel hediyenin, bugünün doğum günüm olduğunu bile bilmeyen birinden gelmiş olması; hayatın bana sevimli görünmeye çalışarak 'SEV BENİ SEV BENİ' diye şapşal şapşal bağırması değil mi sizce de?

2 Oca 2013

buraya reşitizm yaziyim de tüm emeklerim boşa gitsin

ŞARKILI.

18 oluşuma 24 saatten az zamanın kaldığı şu saniye, şuraya bir küçüklük videomu koyup üstüne de bir damar şarkı basıp saatlerce bilgisayarın karşısında ağlayabilirim. Ama yapmiycam, çünkü türev çalışmam gerekiyor. 

Lise 1'in bittiği yaz, ben tabii hâlâ büyümekten deli gibi korkan küçük kızken, babam 'büyüdükçe daha hızlı geçer zaman' demişti. O an, 15 yaşındayken, korktuğum her şeyden misliyle korkmaya başlamıştım. Bunu birisi bana ben 4 yaşındayken söylese de aynı şekilde korkardım. Kendimi tanıdığım tek nokta zannedersem bu. Hep korkuyorum. 

Hiç dürüst olamadım ben. Bu konularda hatta, hiç. Zaman geçtikçe olgunlaşacağıma, günü geldiğinde gerçekten büyüyeceğime inanmıştım. Sanırım henüz zamanı gelmemiş. Bir gün gelecek mi, ondan da emin değilim. 

Yılbaşlarının güzel ve kahkahadan uzak, tebessümlerle geçmesi gerekir. Sevdiklerinizin yanında, huzurlu ve bildiğiniz yerde girmelisinizdir yeni yıla. Gece yatağınıza, kendi yatağınıza, yattığınızda hiç tereddüt etmeden deliksizce uyuyabilmelisinizdir. Evimi inanılmaz derece sevmemden mi, 2013'ün 3. gününde reşit olacak olmamdan mı bilmiyorum; ama bu yılbaşını dışarıda geçirmekten de huzursuz oldum. Geçirdikten sonra. Çünkü 31 Aralık akşamı çok eğlenmekle meşguldüm. Eğlence ve huzur kelimelerinin birbirine yakın kelimeler olmayışı çok can sıkıcı. 

Sihirli Annem Yılbaşı Özel bölümünün olduğu yılbaşı akşamları çok yabancı şimdi bana. Her şeyin bu kadar değişebilmiş olması ve zamanın bu acımasızlığı canımı çok yakıyor. Defne'nin ölmüş olması çok komik geliyor. Artık çocuk olmayışım kahkaha atma isteği uyandırıyor içimde. Gariptir ki aynı anda da hıçkırarak ağlamak istiyorum. 

Kendime verdiğim sözleri unutuyorum. Kendime öyle çok kızıyorum ki. Büyüdükçe daha mantıklı davranabilmem gerekiyor. Oysa 15 yaşındaki Nazlı benden yıllarca daha büyüktü. Bana, öyle büyük bir olgunlukla 'her şey düzelecek. sen yaşadığın anların kıymetini bilmeyi öğrenirsen her şey eskisinden de güzel olacak.' demişti ki, ve dediği her şey de gerçekten çıkmıştı ki, şu an saygı duyduğum o insan ben miyim, değil miyim, anlayamıyorum. Bir zamanlarki o iyimser Nazlı'ya ihanet ettiğim için kendime çok kızıyorum. O da çok korkuyordu, hep korkmuştu belki ama umut etmeyi de hiç bırakmamıştı ki. 'Geleceğinden tereddüt ettiğin an hayatın ipinin ucunu elinden kaçırırsın ve sonrasında bugünlere bakıp kıymet bilmediğin için pişman olursun' demişti. Veya diyememişti; ama sanırım ben anlamıştım. İnanmış mıydım bilmiyorum, yine de bir süre böyle yaşamıştım. Ve hayatımın en güzel günleri olarak nitelediğim günleri o zamanlar yaşamıştım ben. Her şey daha kolay değildi. Çok da zordu belki. Sıfırdan başlayıp ümit etmek zordu, ki ben zoru başarmıştım. Ya da eski Nazlı işte, her kimse. Şimdi burda olsaydı, umarım gelmesi uzun zaman almaz, muhtemelen 'yeniden iyimser olmak için başına kötü şeylerin gelmesini bekleme. dua ederken kendini daha iyi hissediyordun, bununla başlayabilirsin belki. büyümek özgürlük ve sorumluluk getirir. biliyorum ki yeterince özgür olduğunu düşünüyorsun ve sorumluluklardan da nefret ediyorsun, ama 2013'e de bir şans vermelisin. belki senin göremediğin şeyleri görür ve hayatının en mutlu günleri olduğunu söylediğin yeni bir zaman dilimi çıkar karşına. sen yeter ki ânı yaşamayı öğren ve geçmişe saplanıp kalma.' derdi. Veya demezdi. Ben mi söyledim bunları yoksa o mu? 

Türev çalışmaktan vazgeçtim. 

*

18'ime biyoloji dersinde girecek olduğum gerçeğini bir türlü hazmedemiyorum. 

*

YGS başvuruları başladı ve ben televizyonda YGS ve kayıtlarla ilgili bilgi veren haberleri izleyip mazoşizmde sınır tanımıyorum. 

*

Yeni yılın en iyi yanı yılbaşı hediyeleri ve yepyeni, cicili takvimlerdi! Bunun yanında ajandamdan ve eski takvimlerimden ayrılmak zorunda kalacağım için üzgündüm.

*

Sanırım az önce büyüdüm.