Öncelikle en büyük hobisi odasında mal mal oturup o dizi senin şu film benim izlemek olan; akabinde kitaplığını düzenlemek olsun, kıyafetlerini dolabından çıkarıp katlayıp geri yerlerine koymak filan olsun mantık dışı işlevlerle arasında amaçsız bağlar bulunan garip insan ben için hayatımı sıralarda oturarak geçirmeye çalışmak gerçekten zor oldu. Uzun cümleler, okunması en sıkıcı olan ve beni henüz ortasına bile gelememişken germeye başlayan en sıkıcı cümle türü aslında; lakin neden nokta kullanmayı hiç adet edinemediğimi bilmiyorum.
Neyse.
Plan, düzen ve çalışma; yapılması imkansız olmayan şeyler benim için. Lügatımda çok bulundurmasam da, yani aslında sorumluluklardan çok hoşlanmasam da, hayatımın her karesinde şu üç kelimenin önemli bir yeri var. Şu seneyle ilgili bir şey değil ama. Yaptığım en küçük, en gereksiz işi bile ince eleyip sık dokuyarak yapmaya alışmışım anlamsız bir şekilde. İzlediğim dizileri baştan sona kaç kez izlediğimi biliyor olsaydınız, bir işte uzmanlaşmanın benim için ne demek olduğunu bilebilirdiniz. Yaptığım şeye değer verip vermememle hiç alakalı olmayan bir şekilde, yaptığım her şeyi, ama gerçekten her şeyi, geri dönüp bakma ihtiyacı hissetmeyeceğim biçimde mükemmel sıfatına uygun olarak yapmam gerekiyor. Ve inanın, bu hiç de iyi bir şey değil. Çünkü okuduğum kitapların bile öyle kusursuz okunması gerekiyor ki benim hayatımda, ilerde kendime 'ya şunun sonu nasıldı?' diye sorduğumda bir cevap verebileyim. Yaptığım her şey bir görevmiş gibi, günlerim de bana değil, yapmam gerekenlere aitmiş gibi yaşamaya alışık olduğumdan; kendimi son zamanlarda içinde bulduğum ortam çok karmaşıkmış ya da sıradışı, bambaşka bir şeymiş gibi hissetmedim ben hiç. Ne yapıyorsam iyi yapmaya çalışıyorum sadece. Bu da uzun vadede çok yoruyor beni.
Yazmaya başlayınca ne yazacağımı unutuyorum hep. Başka başka şeylerden bahsetmeye başlıyorum. Ne diyordum? Sınav yılının değiştirdikleri. Günlük yazamıyorum artık. Zamanımın benim olmayışının başıma getirdiği en felaket şey zannedersem bu. Yani evet, her türlü karalıyorum, ediyorum ama; 'anılar eşittir her şey' felsefesiyle yaşayan biri için yaşadıklarını unutuyor olmak, daha doğrusu gönül rahatlığıyla unutamıyor olmak hiç de çekilir işkence değil. Demek istediğim, lise yıllarımı ömrüm boyunca aklımda tutmak zorunda değilim. Çünkü başıma ne gelirse gelsin, etrafımda o günleri konuşabileceğim kimse kalmasın mesela, 'şu neydi, kimdi, ne zamandı?' diye düşünüp muhtemel olarak kafayı yemek yerine elime defterimi alıp tek başıma gülebilirim. İstediğim her şeyi istediğim gibi unutabilirim. Ama şimdi üzerimde zaten yeterince büyük yükler varken bir de yazamadıklarımı unutmamaya çalışarak geçiriyorum haftalarımı. Şimdi yazarken o kadar gerizekalı, amaçsız ve moron hissediyorum ki kendimi, 'gören de harikulade bir hayatın var zannedecek' deyip içten içe de küfrediyorum kendime.
Yine konuyu kaçırdım. Sabah fark ettim ki, spor yapmayalı, ne bileyim böyle koşmayalı, basketbol, tenis filan oynamayalı, bisiklet sürmeyeli epey bir zaman olmuş. Gittikçe daha da hantallaştığımı fark ettim, ayak uçlarıma zorlukla dokunabildim sonra. Ama hemen suçu kendimden alıp spor yapılacak havanın olmayışına attım. O kadar boşum ki şu sıralar, yapmadıklarımı anlatmaya başlayana kadar farkında bile değildim. Hayır, üstelik zor şeyler de değiller. Şunu yazmakla harcadığım bir saati dışarıda yürüyerek, kitap okuyarak ya da keman çalarak geçirebilirdim. Mazeret bulmada böyle iyi olduğumun farkında da değildim.
En sıkıntılı noktalardan birisi, nasıl yediğimin belli olmayışı. Üç kişilik yemek yiyor oluşum bir yana, bu kadar sağlıksız beslendiğim bir başka dönem hatırlamıyorum 18 yılımda. Hayatımda ilk defa kilo alıyorum galiba. Asıl can yakıcı noktaysa, bunu bugün, aynada taytıma bakarken fark etmemdi. Basen yapmışım lan nasıl olabilir böyle bir şey!
Haftalardır, özellikle okulların kapanmak üzere olduğu dönemde, her gün bir yerlere yetişmek için koştuğumu hatırladım şimdi de. Resmen mütemadiyen bir yerlere yetişme çabasındaydım; buna rağmen hâlâ nasıl kilo alabiliyorum aklım almıyor. Çok acil toparlanmam lazım; çünkü her şey bir yana; bunlarla uğraşacak, buınları kafama takacak halim yok.
Ağustostan beri kabusum olan, sınav yılı yaşadığım en korkunç şeyse her sabah 07.15'te çalan alarmım. Gerçekten. Uyumayı seven bir kişiliğe sahip bile olmayan beni uykuya bu kadar muhtaç yapan eğitim sistemini
Kendime dipnot: Tercihlerden sonra üniversiteye yerleşip; çamaşır yıkamak olsun, karın doyurmak olsun, temizlik olsun, sınav yılı sorumluluğu x100 olsun; gibi gerçeklerle yüzleşmeye başlayınca bugünleri arayacak ve 'neden bitti o günler ühühühü' diye zırlayacaksın sevgili Nazlı.
İyi haberse cumartesi sabahı Antalya'ya uçuyor oluşum. Hehe.
Kötü haberse cumartesi sabahı 8'de kalkan uçağım.
Neyse.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder